Fransa’da mevcut cumhurbaşkanı ve sosyalist iktidarın göçmenleri aşırı koruyan ve kollayan politikaları, inanılmaz vergi oranlarıyla aşırı sağı güçlendirirken, eski Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy tekrar cumhurbaşkanı seçilebilmek için kollarını sıvadı.
Bilindiği üzere Fransa’da geçen mayıs ayında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı Marine Le Pen liderliğindeki Ulusal Cephe (Front National, FN) birinci parti olmuştu. Fransa’da her zaman aşırı milliyetçi bir kitle vardı. FN’in şimdiki lideri Marine Le Pen’in babası Jean Marie Le Pen, her zaman için yüzde 10 mertebesinde bir oy oranına sahipti ve 2007 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yüzde 10 oranında oy alarak dördüncü parti olmuştu. Ancak geçen zaman içerisinde, Avrupa’da her geçen gün artan ekonomik sıkıntılar, göçmen sorunu, işsizliğin artması, çoğunluğun politikadan uzak durması neticesinde Avrupa Parlamentosu seçimlerine gelindiğinde FN’in oy oranı yüzde 25’lere dayandı.
Sarkozy’nin ardından iktidara gelen François Hollande sorunları çözmek yerine daha da içinden çıkılamaz hale getirdi. Solcuların tekrar iktidara gelmesini beklemekse hayal olur. Popüler Hareket Birliği’nin (Union pour un Mouvement Populaire, UMP) başına geçmeyi zor da olsa başaran Sarkozy, sevilse de sevilmese de aday olmayı başarırsa cumhurbaşkanı seçilir. İki turlu seçim sistemi olan Fransa’da beklendiği gibi Marine Le Pen ilk turda en yüksek oy oranını alsa dahi ikinci turda seçilmesi Fransa gibi bir toplumda oldukça zor. Bu bağlamda Fransa’nın, Sarkozy ile bir dönem daha geçirmesi muhtemel.
Atlantik’in öbür yanına baktığımızda, hiç şüphesiz ki ABD dünyanın en ileri demokrasilerinden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Ancak ‘aşırı’ demokrasi ister istemez tutarsız politikaları da beraberinde getiriyor. Bir yönetimin yaptığını bir diğer yönetim bozuyor veya çelişen politikalar izliyor. Genel olarak çok yanlış, düşman yaratan ve besleyen politikalar bilinçli veya bilinçsiz ancak her zaman için kontrolsüz uygulanıyor.
Afganistan’da Taliban, Bin Ladin’in ve El Kaide’nin türemesine sebep olan ABD politikaları bugün de benzer bir sorunla Suriye’de karşı karşıya. Irak’tan kontrolsüz ve bir anlamda paldır küldür çekilen ABD, bölgeye tekrar asker yollamak için yeni ama geçici çözümler peşinde.
ABD, şimdilerde IŞİD’e karşı Irak ordusunu kullanmaya ve takviye etmeye hazırlanıyor. Peki, güçlendirilen bu ordu IŞİD sorununu çözdükten sonra ne yapacak? Güçlenen bu ordu bölgede İran, Suudi Arabistan ve zamanında olduğu gibi Kuveyt, Dubai veya Katar’a musallat olmaz mı? Bölgesel dengeleri ve güçleri hiçe sayarak bu tip girişimlerde bulunmak barışa ne kadar katkıda bulunabilir ki?
Aslında birçok durum demokrasi bilinci ve kültürüyle ilgili. Demokrasi bilinci yerleşmiş Fransa’da aşırı bir rejimin iktidara gelmesi sistemsel olarak engellenecekken, demokrasi bilincinden çok uzakta olan Ortadoğu’da kontrolsüz güçlenen bir ordunun çevreye tehdit oluşturması engellenemeyecek.