Türkiye seçim sürecine girdi. Gündemi işgal eden baş döndürücü söylem zenginliğine dikkat ederseniz, göreceksiniz. Uluslararası medyada da yankı bulan Küba’da cami yapılması, Amerika kıtasının Müslümanlarca keşfi ile ilgili beyanatlar daha hazmedilmeden, kadın-erkek eşittir/değildir tartışmaları manşete taşındı.
Türkiye seçim sürecine girdi. Gündemi işgal eden baş döndürücü söylem zenginliğine dikkat ederseniz, göreceksiniz. Uluslararası medyada da yankı bulan Küba’da cami yapılması, Amerika kıtasının Müslümanlarca keşfi ile ilgili beyanatlar daha hazmedilmeden, kadın-erkek eşittir/değildir tartışmaları manşete taşındı.
Bu açıklamalar içerik itibariyle Türkiye’nin temsil ettiği Türk-İslam ve Osmanlı medeniyetlerinin mirasının Batı’ya üstünlüğünü savunuyor. İç siyasette parti tabanına hitap ediyor. Ancak Türkiye’nin uluslararası imajına da bir hayli gölge düşürüyor. Mesele sadece uluslararası basında, dış politika dergilerinde veya komedi programlarında konu edilmek değil. Meydan okuyan üslupla yapılan açıklamalar, siyasi gelişmelerle paralel değerlendirildiğinde birbirine tezat Türkiye resimleri ortaya çıkıyor.
***
Zaten uzunca bir süredir, Türkiye üzerine yapışmakta olan IŞİD’e tolerans gösteren devlet imajıyla mücadele etmekte.
IŞİD’in yükselen profilinin ardında Suriye’deki Esad karşıtı muhaliflere verilen destek ve Türkiye’nin burada dolaylı etkisi olduğu iddia ediliyor. Sınır güvenliğindeki sorunlar, kaçak petrol gelirleri iddiaları ve hatta IŞİD’in Türkiye içinde ideolojik yapılanmasını gösteren röportajlar, saha araştırmalarına ulaşmak mümkün. Bu iddialara en son IŞİD’in Kobani’ye Türkiye’nin Mürşitpınar sınır kapısı tarafından saldırdığı eklendi. Elbette, Türk tarafınca yalanlandı.
Türkiye’nin sınırlarında cereyan eden savaşa müdahil olmamak adına uluslararası koalisyona koşulsuz destek vermekten çekindiğini biliyoruz. Birtakım beklentiler, siyasi öncelikler var karşılanmayan. Ne var ki ,Türkiye’nin yani NATO’nun ikinci büyük ordusunun, bir numaralı tehdit ilan edilen IŞİD’e karşı savaşta gönülsüz desteği bir taraftan sorgulanıyor. Her ne kadar kendi içinde sorunlu da olsa, bölgede etkinliği artan Kürtlerin siyasi varlığını, Türkiye’ye alternatif laik bir müttefik olarak sunan tezler mevcut.
Türkiye’nin Batı ittifakıyla ilişkilerinin sorgulandığı bir dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İslam Konferansı Örgütü Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) Bakanlar Toplantısı’nda yaptığı konuşmaya kulak verelim: “Dışarıdan gelenler (Batı) İslam coğrafyasının petrolünü, altınını, bizim iç karışıklığımızı seviyor. Ama inanın bizi sevmiyorlar. Buna daha ne kadar göz yumacağız?” Bu sözler 1 Aralık itibariyle G20 dönem başkanlığı yapacak ülkenin cumhurbaşkanına ait.
Araya not düşmeye gerek var mı? Türkiye, ekonomisi enerji ihracatına dayanan kaynak zengini bir ülke değil. Cari açığın dengelenmesi için yabancı yatırımın sürdürülebilmesine ihtiyacı var. Diğer bir deyişle çekim merkezi bir ülke olması gerekiyor. Ekim sonu yayınlanan Pew araştırma verilerine göre Türkler ABD, AB, Çin, Rusya Brezilya, Suudi Arabistan gibi birçok ülkeye karşı negatif duygular besliyor. Kısaca biz kendimizden başkasını sevmiyoruz ama yabancıların bizi sevip, yatırım yapmalarından memnunuz.
***
Bir başka Türkiye resmine bakalım... Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “AB stratejik hedefimizdir. Bu doğrultuda bir eylem raporu açıklayacağız” diyor. Ekimde yayınlanan AB İlerleme Raporu’nun eleştirdiği noktalarda herhangi bir gelişim kaydedildi mi? Belma Akçura’nın Milliyet’teki yazısında belirttiği gibi 2010 yılından bu yana “son dört yıl içerisinde kamuoyunu ilgilendiren 150’nin üzerinde haber yasaklanmış.” Geçtiğimiz hafta dört bakan hakkındaki yolsuzluk iddialarına yayın yasağı getirildi. Ama endişe yok, AB üyeliği halen stratejik hedef. Peki, ortak değerleri benimsemediğimiz siyasi ve ekonomik birliğe nasıl ve ne sebeple entegre olacağız? En basiti kadın erkek eşitliğini ters yüz eden açıklamalar ile kendimizi nasıl kabul ettirmeyi umuyoruz?
Türkiye’nin AB üyeliği konusunda bir sert çıkış da Danimarka’dan geldi. Bir süredir, yazar Lars Hedegard’a saldıran IŞİD militanının, Ankara tarafından Musul’daki rehinelerin salıverilmesi karşılığında serbest bırakıldığı iddia ediliyordu. “Türkiye baskılara boğun eğemez,” diyen AB Bakanı Volkan Bozkır’a cevaben Danimarka Dışişleri “iadesi beklenen bir suçlunun salıverilmesinin utanç verici olduğunu” belirtti. Dahası, Halk Partisi Sözcüsü konunun AB’ye taşınması ve Ankara’nın hiçbir zaman AB’ye tam üye olamayacağının açık bir dille anlatılması gerektiğini söyledi.
Bu şartlarda Türkiye’nin rotası ne olacak? Merkez ülkeden yalnız ülkeye doğru savrulurken, kendimize yakın hissettiklerimizle yeni ittifak alanları yaratma peşinde miyiz? Siyasi söylemlerde Batı’ya meydan okuyan bir üslup benimsenmesi ve iç politikada giderek artan otoriterlik eğilimleri sonucunda, Türkiye’yi Rusya’ya benzeten çalışmaların sayısı artıyor. “Türkiye’nin bağımsız biçimde kararlar almasını” takdir eden Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ilk ziyaretinden on yıl sonra Türkiye’ye geliyor. “İlk etapta tercihli ticaret anlaşmaları, ilerleyen dönemde yerel para birimlerinin kullanımını öngören serbest ticaret anlaşmasına evirilebilecek bir dizi imza atılması bekleniyor. Bu şekilde Ukrayna krizi sebebiyle Rusya’ya uygulanan ambargodan Türkiye lehine kazanç sağlanması bekleniyor. Şimdi soralım, Türkiye Batı ittifakının neresinde duruyor?