Robert Schild’in, Savunmanın Son Çaresi: Gülmek… adlı kitabını diğer okumalarım arasında, tadına yavaş yavaş vararak bitirdim. Kitabın alt başlığı: Aşkenaz Mizahında Gezintiler. Örneklerle zenginleştirilmiş bu araştırma, alanındaki bir boşluğu doldurmakta olduğunu söyleyebiliriz. Güldürürken düşündüren, sorgulayan, inanç ve davranışlarımızı eleştiren içindeki fıkraları anımsamak için, bu kitabı her zaman elimin altında bulundurmam gerektiğine inanıyorum.
Bu tür bilgeliğe dayalı, özellikle Yahudi inanç, gelenek ve karakterlerini konu alan bu fıkralar her zaman ilgimi çekmiştir. Bugüne değin, ancak metinler içinde ya da kimi dergi köşelerinde bunları okuma fırsatım olmuştu. Bu fıkraları düzenli bir araştırma kitabı içinde bulmak, doğrusu benim için sevindiricidir. Kendi payıma bu olanağı sağladığı ve yoğun bir emek isteyen bu çalışması için Robert Schild’i kutlamak isterim.
Bu kitabı büyük bir keyifle bitirdiğimde, şunları düşündüm:
Gülümsemek, içimizden geldiği gibi gülmek, tüm olumsuzluklara karşın gülebilmek ne muhteşem bir duygu! Bu bizim insan yüzümüz, insancıl yüzümüzdür!
Gün boyu somurtmak, gerginleşmek, kızmak için sayısız gerekçeler öne sürebiliriz. Sevmediğimiz bir işimiz, çevremizle sorunlarımız, yaşantımızı karartan bedensel özürlerimiz bulunabilir. Daha da ötesi, yaşamla olan bağlarımız zayıflamış, kimi umutlarımızı da yitirmiş olabiliriz. Hangimizin bir sorunu yok ki? Bir dokunsak!..
Yüzümüzün bu gülen aydınlığı, bizim güçlülüğümüzdür! Çevremize karşı, kendimize karşı, yaşama karşı... Gülümsediğimiz sürece güçlüyüz! Böylece korkularımızı, kuşkularımızı bastırabiliyoruz. Bu arada zaman kazanıyor, çevremizdeki insanları etkilemek için gerekli söz ve davranışlarımızı ayarlayabiliyoruz.
Ayrıca gülen bir yüz, umut doludur. Bu umuttan kişinin kendi kadar, çevresi de yeterince payını alır. Biz, gülen bir yüz karşısında ne kadar kırgın kalabiliriz? Kavga etmek için karşı karşıya geldiğimiz bir insanın gülümseyişi, hiddetimizi yumuşatmaz mı?
Düşünmeyi sürdürelim: Bir gülümsemeyle, nasıl köprüler kurabiliyoruz?
Sevgiye giden yolun başlangıcında, kavgaların, kırgınlıkların aşılmasında, yeni iş olanaklarının kurulmasında, arkadaşlık ve dostlukların pekiştirilmesinde ilk kıvılcımlar birer gülümseyiş değil midir? Kim bilir bir gülümseyişin peşinde kaç günümüzü düşlemlerle doldurmuş, yaşantımızı yeni renklerle bezemiş, onu bir baştan düzenlemişizdir.
Biliyorum, her zaman içten değil gülümsememiz; bazen incelikten oluyor, bazen zorunluluktan, bazen de çaresizlikten!.. Koşullar, toplumdaki yerimiz, belki de çıkarlarımız bunu gerektiriyor. Kendimizi zorluyoruz!..Yüreğimiz ve aklımız bu eyleme başkaldırıyor!.. Olsun! Bu bile yüz kaslarımızı gevşetmeye, bedenimizi kuşatan olumsuzlukları, olumluya çevirmek için bir dürtü olmaya sanırım yeterlidir.
Tüm bu söylediklerimize, bir de Yahudi olma durumunu eklersek?..
Robert Schild’in kitabından söz ederken, sözü yeterince uzattım. Kitaptan aktaracağım bir fıkrayla noktalayalım:
Hasidik bir haham köyüne bir kule yaptırmış, cemaatten bazı gençleri de dönüşümlü olarak tepesine oturtup Mesih’in köye gelişini gözetlemeleri için görevlendirmiştir.
Yoldan geçen bir yabancı, kulenin yanına geldiğinde yukarı doğru seslenir:
“Orada neyi bekliyorsun böyle?”
“Çalışıyorum, beyim. Maşiyah’ın gelişini köy halkına hemen haber vermek için bekliyorum.”
“Rahat bir işe benziyor bu, ama bahse girerim ki pek fazla bir para ödemiyorlar, değil mi?”
“Haklısınız, gelirim pek fazla değil, ancak çok rahatım. Ömrüm boyunca işsiz kalma tehlikesi yok!”