Yaşamı yıllara, aylara, saatlere bölmüşüz, adına zaman demişiz. Dünya kendi etrafında ve güneşin etrafında döndükçe zamanın yitip gittiğine karar verip ona yetişmek için koşturup durmaya başlamışız. Koşturdukça daha çok inanmışız zamana; ona daha da çok yetişmeye çalışmış, bağımlısı olmuşuz bir anlamda...
Antik Yunan’da ‘zaman’ kavramı iki ayrı kelime ile tanımlanırdı. Evlatlarını yiyen tanrı Cronus’un zaman tanrısı olarak bilinmesine istinaden, kronos geçmişin geleceği tükettiği, eskinin yeniyi silip attığı bir zaman algısı ile bütünleşir. Kairos ise ‘elverişli, münasip’ zaman anlamında, hani şu güncel söylemde ‘an’ diyerek nitelemeye çalıştığımız süresi, genişliği ve derinliği belli olmayan zaman algısını ifade ederdi. Birincisi ardışık, kronolojik, bölümlenebilir bir zaman çizelgesi düşüncesini ifade ederken, ikincisi bir zamanaşımı, tespit edilemeyen ancak her şeyin mümkün olduğu bir yaşam halini ifade eder. Kronos niceliksel iken, kairos niteliksel bir zaman algısını dillendirir.
Oysa modern dünyada bizler öyle de yanlış değerlendirmişiz dünyayı. Kronosa takılmış, kairosu bir kenarda, içimizin derinliklerinde karanlıklarda, gölgede bırakıvermişiz. Bir düşünün: Yaşamı yıllara, aylara, saatlere bölmüşüz, adına zaman demişiz. Dünya kendi etrafında ve güneşin etrafında döndükçe zamanın yitip gittiğine karar verip ona yetişmek için koşturup durmaya başlamışız. Koşturdukça daha çok inanmışız zamana; ona daha da çok yetişmeye çalışmış, bağımlısı olmuşuz bir anlamda. Zamanı lineer bir şekilde algılamayı seçmiş, yaşantılarımızı ona göre yaratmışız. Hal böyle olunca da hapsetmişiz kendimizi kronosun içine.
Yaşamın bize verilmiş bir süre olduğuna ikna olmuş, bu süreyi ne kadar çok aksiyon ile, kitap, film, arkadaş, eğitim, iş başarısı, para vs. ile doldurursak o kadar tatmin olmuşuz. Bir durup nefeslenmeden, çoğunlukla, ‘zaman sisteminin’ kölesi olmuşuz. Özellikle de büyük şehirlerde, yaşamın kronosta değil de aslında kairosta gerçekleştiğini fark etmeyecek kadar karanlık hapislere mahkûm etimiz kendimizi. Bir hızlı trende hep hedefe gider gibi yaşamışız. Bir hedef diğerini takip etmiş, ulaşılmak istenen yaşam hedefine kimi zaman düşe kalka da olsa uçarken, hedefler arası yolculuklarda yaşama ulaşamadan geçirmişiz ömrünüzü.
Unutmuşuz, daha henüz ufacık birer çocukken bildiğimizi. Unutmuşuz, yaşamın aslında hedeflerde değil, hedefler arası yolculuklarda gerçekleştiğini. Yolculukların farkında olarak, hissederek, izleyip tadını çıkararak, keyif alarak ve en çok da içimizde, bizlere verilmiş o eşsiz sevgiyi deneyimleyerek yapıldığında kalplerimizin bir ritim topu gibi tek düze vurmak yerine, sevgi ve şefkatle dolarak ferah ferah, geniş geniş attığını unutmuşuz. Oysa ancak yolculuğu böyle yaptığımızda zamanın eriyip yok olarak kronosun yerini kairosa bıraktığını deneyimler insan. Ve yaşam ancak zaman algısının yok olduğu kairosta gerçekleşir. Zira yaptıklarımızdan çok yaptıklarımızın bize hissettirdiklerindedir yaşam.
Gelin, kronosta 2015’e yaklaştığımız şu günlerde, kairosta yaşam coşkusunu dolu dolu hissettiğimiz, ötekileştirmeden, tam tersine birleştirerek o coşkuyu paylaştığımız bir yaşamı hep birlikte yaratalım.