"Fransızların çok kullandığı “Pour vivre heureux, vivons caché!” (Mutlu bir yaşam için, saklı bir biçimde yaşayalım) dönemi sosyal medyanın icadı ile Türk Yahudileri için sona ermiştir. Kendi belirlediğimiz sınırlar içinde ‘mutlu ve huzurlu’ bir hayat kurgulamak yerine, kırgınlıklarımızı içimize atmadan, suç işliyormuş kaygısına düşmeden sorunlarımızı anlatmalı ve yaşadığımız toplumla tüm gerçekliğiyle paylaşmalıyız."
İnsanlar neden konuşmaktan, derdini anlatmaktan bu kadar korkar? Kendimize bile itiraf edemediğimiz gerçeklerden mi korkarız yoksa hislerimizin yakınlarımızı da etkilemesinden mi? Siz bir Türk Yahudi’si iseniz eğer, bu sorunun cevabı ait olduğunuz toplumu tehlikeye atmamak ve hedef olmamaktır. Geçtiğimiz iki haftada bu korku eşiği kimilerine göre doğru veya yanlış, iyi ya da kötü olsa da aşılmıştır. Son aylarda doruğa ulaşan Yahudi karşıtı söylem ve eylemler sonucu, çoğumuzun facebook, twitter sayfalarından arkadaşlarının bir bölümünü silip, çevresini tekrardan gözden geçirdiği döneme dair duygular yaşadığımız toplumla paylaşılmıştır. İlk defa piyasadaki ‘entelektüel’ fikirler ve cemaat yönetimi dışında bir ses, cemaatin gazetesi, yaşanan gerçeklikleri keşke kaygısı gütmeden komşularına anlatmıştır. Birçok yaşıtım ağustos ayı boyunca sosyal medyada yapılan paylaşımlar, sokakta işittiği sözler sonucu yıllardır ‘uslu çocuk’ olarak yaşadığı toplumda hayal kırıklığına uğrarken, çareyi kimi zaman susmakta ve “bir gün bu ülkeden gidebiliriz” diye düşünmekte bulmuştur. İki hafta evvel kaleme aldığım yazıya gelen onlarca olumlu tepki ve destek, asıl çarenin susmak değil, tam tersine elimizden geldiğince iletişim kurmak olduğunu göstermiştir.
Peki, hazır ana akım medyanın yardımı ile kamuoyu bir nebze de olsa Türk Yahudi Cemaati’nin endişelerine eğilmişken bundan sonra ne yapılmalıdır? İstemediğimiz konular hakkında fikir beyan ettirilme korkusuyla haber programlarında yer almamak, 17 bin nüfusluk bir cemaatin duygularını birkaç satır basın açıklamalarına sığdırmak ilerisi için ne kadar sağlıklıdır? Bu hafta hep beraber “Türk Yahudileri susmalı mı konuşmalı mı?” bunu düşünelim istedim. Hahambaşılığın ‘Türk Musevi Cemaati’ adına facebook ve twitter hesapları açması, bu sayfalarda yapılan güncellemeler önemsenmesi gereken bir gelişmedir. Nitekim bu eksik uzun bir süredir, Türk Yahudileri arasında sanal ortamda gruplar kurularak giderilmeye çalışılıyordu. Öte yandan, Türk Musevi Cemaati’ne bağlı ve gönüllülük esasına dayanmayan, medya önünde konuşmaya yetenekli ve istekli bir grup kurulmalı, kriz anında resmi açıklamalar ile birlikte bu aktörler aktif rol oynamalıdır. Nitekim, siz susmayı seçtiğinizde kimi marjinal fikirler sahneye çıkar ve söyledikleri toplum nezdinde sizi de temsil etmiş olur. Hükümet yetkililerinin sağduyulu açıklamaları umut verici ama uzun vadede yeterli değildir. Müdahil olmadığımız her olayda mağdur durumuna düşmemek için onlar bizim ‘eşit vatandaşlarımız’ vurgusunun her kesimin tabanına iyice yerleşmesi lazımdır. Diğer taraftan nefret suçlarına yönelik kanunların uygulandığını ve suçu işleyenlerin ceza aldığını görmek ilerde aynı durumların yaşanmaması için caydırıcılık sağlar. İftira ve İnkarla Mücadele Derneği (ADL) araştırmasının verilerine göre Türkiye 102 ülke arasında antisemit tutum bakımından 17. sırada İran’dan bile daha kötü durumda iken, gerek eğitim gerekse de cezai yaptırımlar biz nebze olsun içimizi rahatlatacaktır. Üniversite çağındaki gençlere ulaşmadaki en kesin çözüm, her üniversitede delegeler bulundurularak yaşanabilecek antisemit vakaların hızlı bir biçimde cemaat yönetimi ile paylaşılmasıdır. Öğrenci konseyi gibi işleyebilecek bu delegelerin bir diğer görevi de üniversite yönetimi ile iletişim halinde Holokost eğitimi, Osmanlı-Türk Sefarad kültürü gibi konularda bilinçlendirme sağlamak olabilir. 6–7 Eylül’ün acı hatıraları ile büyümüş, eşit vatandaş olamamanın kendilerinden neler götürdüğünün farkında olan yaşlılarımız daha temkinli hareket etse de, daha görünür ve ulaşılabilir yeni nesil, yaşanan kriz anında en çabuk etkilenen ve tepki veren kesimi de oluşturmaktadır. Birçok genç için 2003 Sinagog saldırıları ile yaşanılan travma sonrası son dönemdeki gelişmeler kırılma noktası olmuştur.
Fransızların çok kullandığı “Pour vivre heureux, vivons caché!” (Mutlu bir yaşam için, saklı bir biçimde yaşayalım) dönemi sosyal medyanın icadı ile Türk Yahudileri için sona ermiştir. Kendi belirlediğimiz sınırlar içinde ‘mutlu ve huzurlu’ bir hayat kurgulamak yerine, kırgınlıklarımızı içimize atmadan, suç işliyormuş kaygısına düşmeden sorunlarımızı anlatmalı ve yaşadığımız toplumla tüm gerçekliğiyle paylaşmalıyız. Geçtiğimiz hafta yazdıklarımız hatırı sayılır bir çevrede kabul görmüş, üzüntü yaratmış ve sahip çıkılmıştır. Sayıca az olsak da, aydınlık bir gelecek için küskünlüklerin değil, konuşmanın vaktidir. Bulundukları her platformda Yahudi aydınlarının fikirlerini beyan edebildiği, ‘Türk Yahudi’si’ kimliğimiz ile gurur duyabileceğimiz bir gelecek dileğiyle…