Roş Aşana’da tatlı bir yıl olması için dua ettik sevgili okurlar. Bu günlerde yine kitap çeviriyorum ve rastladığım ilginç bir bölümü sizlere paylaşmak istiyorum.
Olay, Şemot Kitabı’nda (15:22:26) yer alıyor: “Moşe, Yisrael’i Kızıldeniz’den yola çıkardı ve Şur Çölü’ne çıktılar. Çölde üç gün ilerlediler fakat su bulamadılar. Mara’ya geldiler; fakat Mara’dan su içemediler, çünkü sular acıydı. Burası bu yüzden Mara adını almıştı. Halk Moşe’ye ‘Ne içelim?’ diye yakındı. Moşe, Tanrı’ya yakardı ve Tanrı ona bir ağaç gösterdi. Moşe bunu suya atınca, sular içilir hale geldi. Tanrı orada halk için yordam ve düzen belirledi ve orada onu sınadı. ‘Eğer Tanrın Aşem’in sözüne itaat eder, O’nun gözünde doğru olanı yapar, emirlerine kulak verir ve tüm hükümlerimi korursan, Mısır’ın başına getirdiğim hastalıkların hiçbirini senin başına getirmeyeceğim; çünkü Ben, Aşem, sana Şifa Veren’im’ dedi.”
Bazı noktaları açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Mara sözcüğü, acı anlamına gelen mar sözcüğü ile yakından ilgilidir. Pesah sederinde kullanılan acı otlara da maror demez miyiz?
Geleneksel bilgilere göre Moşe’nin kullandığı dal, kendi başına acı tada sahipti. Bu ağacın incir, nar ya da zehirli olduğu bilinen zakkum olduğuna dair görüşler vardır (Mehilta; Meam Loez). Dolayısıyla bu, mucize içinde mucizedir. Acı ile acı birleşmiş ve su, içilebilir hale gelmiştir (Mehilta).
Rabenu Behaye, çölde gerçekleşen her olayın bir sınav olduğunu belirtir. Hayat da öyle değil mi, sevgili okurlar? Başımıza her geleni, özellikle acı olayları sınav olarak görürsek, tahammül gücümüz ve Aşem’e güvenimiz artar çünkü Aşem, insana kaldıramayacağı bir sınav vermez.
Şöyle sorabilirsiniz? Tanrı “hiçbir hastalığı başına getirmeyeceğim” dediğine göre, şifa vermesine ne gerek vardır? Şifa sadece hastalar için değil midir? Tanrı şöyle demektedir: Eğer tüm koşulları yerine getirirsen, hiçbir hastalığı başına getirmeyeceğim. Ancak dünyada kimse mükemmel olmadığından, istemeyecek hataya düştüğün durumlar olabilir. O zaman koşul yerine gelmediği için hastalıklarla da boğuşabilirsin. Bil ki, Teşuva kapısı her zaman açıktır. Bana döndüğün takdirde, Ben de sana Şifa Veren’im (Raşi; Sifte Hahamim).
Tanrı burada bize önemli bir mesaj daha vermektedir: Acıya acı katmak, acıyı mutlaka iki misline çıkarmaz. Acıyla acıdan tatlı da elde edilebilir. Bunu Şifa Veren Aşem’den daha iyi kim bilebilir. Çivi çiviyi söker demez miyiz?
Size bir ipucu vereyim mi? Aşı nedir? Vücudu bir hastalığa karşı dirençli hale getirmek için, o hastalık, sağlıklı bir insana çok az miktarda zerk edilmez mi? Acıyı acı ile tedavi etmek değil midir bu? Modern tıbbın binlerce yıl sonra keşfedeceği Tora’da yer almaktadır işte. Tora’da yer alır da Talmud’da bulunmaz mı?
Babil Talmudu (Mişna Yoma 8:6) şöyle yazar: “Eğer bir kişi kuduz bir köpek tarafından ısırılmışsa, o köpeğin karaciğeri ısırılan kişiye yemesi için verilemez ama Rabi Matya ben Hereş buna müsaade eder...” İlginç değil mi, sevgili okurlar?
Vücudunun bir yerinde bir iltihap olan bir kedi düşünün. Hastalık başka tarafa yayılmasın diye, yaranın her gün antibiyotikli bir solüsyonla temizlenmesi gerekiyor. Zavallı kedi için ne işkencedir bu! Acı reçetenin kendi iyiliği için olduğunu bilmez, debelenip durur. Bizim o kediden farkımız ne? Aşem’in bize verdiğinin hep ‘iyi’ olduğu konusunda, kedi kadar bihaberiz. Başımıza (evlerden ırak) nedenini anlamadığımız acı olaylar geldiğinde, tıpkı o kedi gibi bilinçsizce kıvranıyoruz. Oysa Aşem, Ben Şifa Veren’im demiyor mu? Başımıza ne getirirse, kendi iyiliğimiz içindir. Bunu idrak etmek de, kabullenmek de zor, biliyorum. Daha fazla imana ihtiyacımız var.
Neden arabanın arka koltuğuna kurulup bu dünyada rehberli bir yolculuk ettiğimizi ve rehber şoförümüzün Aşem’in Kendisi olduğunu düşünmüyoruz? Değişen takvimle birlikte hayatımızda bir değişiklik yapalım ve hayatı ‘yaşamayı’ seçelim.
Hep tatlı günler olması dileği ile.