21. yüzyılda Türkiye nüfusunun yarısına yakını kitap okumuyor. Yüzde 80’i hayatında hiç tiyatroya gitmemiş! Türkiye demokrasisi dünya insanı yetiştiremiyor. Meseleye ideolojik yaklaşmadan Türkiye’nin geleceği adına tartışalım.
Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye’nin sadece yüzde 4’ünün okuma yazması varken nüfusun yüzde 80’i köylerde yaşıyordu. Yeni bir ulus-devlet kurma yolunda başta okuma yazma öğretmek olmak üzere halkın eğitimini yükseltecek çareler arayan Atatürk ve arkadaşları formülü ‘Köy Enstitü’lerinde bulmuşlardı. Çağdaş dünya değerlerini yerel unsurlarla yoğurarak Osmanlı’nın yüzyıllardır önemsemediği ve eğitimsiz bıraktığı Anadolu halkını Ankara ile de bütünleştirerek eğitmek için yola koyulmuşlardı. Köy Enstitüleri’nin başlarda köylerdeki gençlerin eğitimi için öğretmen yetiştirmek amacıyla faaliyete başladığını; zamanla köy çocuklarına her türlü sosyal ve pozitif bilim dersleri ile sanat, müzik alanlarında da eğitim verildiğini söyler arşivler. Klasik müzik enstrümanları ile geleneksel sazların çalınmasının bile öğretildiğini yazar tarih.
Proje, Atatürk’ün ölümünden az önce hayata geçmiş, başlardaki büyük heyecan ve başarı yıllar içinde gerek CHP’nin enstitüleri kötü yönetmesi, gerekse de muhalefetin onları ‘komünist yetiştirme ocağı’ olarak görmesi neticesinde 1952’de sona erer. Demokrasi sayesinde iktidara gelen Demokrat Parti böylelikle tüm ‘komünist ocakları’nı kapar ve Köy Enstitüsü projesi tarihe karışır.
Köy Enstitüleri, 17 bin öğretmen yetiştirmesine rağmen, Türk aydınlanmasına ait görevini tamamlayamamış nostaljik bir oluşum olarak hatırlanmakta ancak bugün.
O günden bugüne Türkiye’de okulu olmayan köy neredeyse hiç kalmamışken, son 10 yılda onlarca yeni üniversite açılmışken Türk halkının eğitim ve sanat/felsefe alanlarında nerede olduğunu gösteren yeni bir araştırmanın üzücü sonuçları Köy Enstitüleri’ni hatırlattı nedense. Yarım bırakılan ulvi bir misyonun ardından ara dönemler hariç kendilerini sağcı/muhafazakâr olarak tanımlayan siyasi iktidarlar tarafından yönetilen Türkiye halkının eğitim ve kimi değerler bağlamında geldiği nokta gerçekten de hüzün verici.
İpsos KMG Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nin ‘Türkiye’yi Anlama Kılavuzu’ araştırması bakınız ne sonuçlara varmış:
Türk halkının yüzde 84’ü en sevdiği aktivitenin televizyon seyretmek olduğunu söylerken, opera ve baleye gitmeyenlerin oranı yüzde 96, tiyatroya hiç gitmeyenlerin yüzde 80, hiç sinemaya gitmeyenlerin ise oranı yüzde 56 olmuş. İnternette hiç dolaşmayanların oranı ise yüzde 68’miş. Hiç kitap okumayanların oranı ise yüzde 45!
Yeteri kadar ürkütücü rakamlar değil mi bunlar?
Hadi bırakalım yurt dışına gitmeyenlerin yüzde 94’lük oranını, yurt içinde bile seyahat etmeyenlerin oranı yüzde 45’miş.
Bu rakamların kısaca tercümesi şöyle:
Türk halkının yarıdan fazlası sadece evinde, mahallesinde ve köyünde yaşıyor. Yarıdan biraz eksiğinin dış dünya ile bırakın, ülkenin diğer bölgeleri, insanları ile hiçbir bağı yok. Dünyayı hatta ülkesini sadece televizyonda görüyor. Gerçek anlamda başka bir insanı, şehri, kültürünü, geleneğini tanımıyor, zira ona dokunmuyor. Sanatın, felsefenin, insanı tanıma, doğruyu bulma arayışına katılamıyor. Hep yerel, hep aynı, hiç sorgulamayan köşesinde vaktini dolduruyor. Öteki’yi tanımayanın dünyayı, evrensel gerçekleri, insani doğruları bilmesine imkânı kalmıyor haliyle.
Böylesi kapalı kalan bir toplumun kadınlarının yüzde 18’inin bile erkeklerin kendilerine tokat atmaya hakları olduğuna inanmalarına şaşırır mısınız?
Bu sonuçlardan, halkın yarısının desteğini almasına rağmen hiçbir siyasi iktidarın memnun olacağını sanmıyorum. Zira bu sonuçlar ülkeyi hiçbir alanda ileri götüremez.
Prof. Yılmaz Esmer’in yıllardır yaptığı Türkiye Değerler Araştırması’nın son sonuçlarına baktığımızda yukarıdaki sonuçların birbirleriyle örtüştüğünü görmek insanı daha da üzüyor. Orada ortaya çıkan, Türk insanının yüzde 70’inin Yahudi, yüzde 65’inin de Hıristiyan komşu istememesi gerçeğini bu kapalılık yeteri kadar açıklıyor.
Muhafazakâr demokrasi olarak adlandırılan günümüz Türkiye gerçeğinin yeteri kadar dış dünyaya açık, hoşgörülü, demokrat insan yetiştiremediği görülüyor.
Marcel Proust’un , ‘sanat insana kendi dünyasından başka bir dünya olduğunu kavramasına yardımcı olur,’ sözü ile Prof İoanna Kuçuradi’nin ‘felsefe çalışmalarını; insan, insan olmaya yakışır bir şekilde yaşaması için yapıyoruz’ sözlerini masanın üstüne koymadıkça Yeniçeriler’in Noel Baba’yı kovalaması gibi absürd sahneleri kimimiz gururla kimimiz de şaşkınlıkla izlemeye devam edeceğiz.
Ama bilelim ki bir şeyler değişmez ise eğer, hepimiz duvara toslayacağız er veya geç.