Bu hafta, biraz da isteğimin dışında olarak TFF’nun “yeni yabancı yönetmeliğini” tartışmaya açmayı planlıyordum. Fakat bilgisayarımın başına geçmeden birkaç saat önce muhteşem bir haber aldım. Bu haber, spor aşığı dünyaca ünlü yazarlarla ilgili biraz araştırma yapmama vesile oldu. Çok ilginç şeyler buldum. Umarım benim kadar sizler de şaşırırsınız…
Albert Camus, iyi bir kaleciydi. Hatta bu özelliğini romantizmin doruğuna taşımak isteyen hayranları, onun Fransız Milli Takımı’nda bile oynadığını iddia ederler. Tabi ki bu bilgi doğru değildir. Fakat profesyonel bir takımda oynadığı bilinmektedir. Camus’nün futbol ile ilgili şöyle demiştir: “Sorumluluk ve etikle alakalı bildiklerimin hepsini futbol oynadığım yıllara borçluyum.”
Vladimir Nabokov, Berlin’de bir dönem tenis ve boks hocalığı yaparak hayatını idame etmiştir. Fakat “hayatımın en büyük aşkı futboldur” dediği rivayet edilir. Memory dergisine verdiği bir röportajda şöyle demiştir: “Cambridge’de kalecilik yapardım. Futbol çok zor geçirdiğim hayatımın o döneminde temiz bir sayfa açmamı sağladı. Kalecilik yapmaya deli oluyordum. Bireysel, uzak, vurdumduymaz, deli bir kaleciydim ve mest olmuş küçük çocuklar tarafından takip ediliyordum. Sanki bir matador gibi pohpohlanma ve el üstünde tutulmanın korkutucu figürü olmuştum.”
Lord Byron esasında sakat doğmuştu. Kendisine ‘aksak şeytan’ adını takmıştı. Bu umutsuz romantik, spora aşıktı. Çok iyi bir yüzücüydü. Muhtemelen sakatlığını en az hissettiği yer suyun içi olduğundan dolayı kendini bu spora adamıştı. Ancak Byron bununla yetinmedi. Aynı zamanda eskrimde kendini geliştirdi, at bindi, kürek çekti, kriket oynadı ve atıcılık yaptı. Sadece 1819 yılında bu dallarda 200’den fazla resmi spor müsabakasına katıldı.
1968 hippi hareketinin mimarlarından olan Ken Kesey, ‘Merry Prankster’ olmadan evvel Oregon Üniversitesi’nde çok iyi bir güreşçiydi. O kadar iyiydi ki ABD Olimpiyat Takımı’na seçilmişti. Fakat hiçbir zaman olimpiyatlarda yarışamadı zira antrenman esnasında omzunu sakatladı ve spor hayatı sona erdi. Eğer spor kariyerini sürdürmüş olsaydı bugün belki de hippilerden söz etmiyor olacaktık.
Yüzüklerin Efendisi’nin yazarı JRR Tolkien, aynı zamanda profesyonel bir tenisçiydi. New York Times menşeili bir yazıda Tolkien’in Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi’ni yazmaya nasıl başladığı şu ifadelerle anlatılıyor: “Tolkien 40 yaşındaydı. Bir gün Angus McIntosh adlı, kendisinden 22 yaş küçük İskoç bir genç ona kortta meydan okudu. Tolkien, maç esnasında ayak bileğinden ciddi bir sakatlık geçirdi. Doktorlar tenis hayatının bittiğini söylediler. Bir daha tenis oynayamayacak olması onu bunalıma soktu. Eve kapandı ve yaşadığı bu bunalım fantezi dünyasını tetikledi. Yazmaya başladı. Eğer McIntosh ile yaptığı o maçta sakatlanmasaydı Gri Gandalf belki de hiçbir zaman var olmayacaktı.”
Meşhur Gazap Üzümleri romanının yazarı olan John Steinbeck’in ise bugün ekstrem spor olarak tabir edebileceğimiz bir uğraşı vardı. Steinbeck hobisini şöyle tanımlıyor: “Benim sevdiğim spor birçoğunuza biraz katolik gelebilir ama aynı zamanda oldukça havalıdır. Size timsahlarla güreştiğimi anlatsam bana inanmayacaksınız. Ama güreşiyorum.”
Tarihin sayfa aralarında kalmış bu güzel ve enteresan hikayeleri araştırmamda bana ilham veren olaydan bahsetmenin zamanı geldi. Sayfamız yazarlarından spor aşığı İdil Hazan Kohen’in, (ki kendisi yelkencidir, flying yoga yapar, tenis oynar, yelken yapar, koşar hatta adını ilk defa duyduğunuz bir spor dalı varsa muhtemelen İdil yapmıştır) ilk kitabı KİŞİSEL GERİLİM bu hafta Doğan Yayınları’ndan çıkıyor. Derhal bir tane edinmenizde fayda görüyorum.
Yukarıda da gördüğünüz üzere iyi sporcudan iyi yazar çıkar.