Ceki, arkadaşımın oğludur; elimizde büyüdü sayılır. Yaz kış beraber gezerdik, o da çocuklarıma ağabeylik yapardı. Şimdi o, New York’ta başarılı bir mali danışmanıdır ve oğlu, benim torun David, ile yaşıttır.
Bundan iki sene evvel kendisinden bir mail alıyorum: “Gelecek hafta, dört günlüğüne oğlumla İstanbul’a geliyorum. Evimizde bir Karagöz gösterisi organize ettim, seni bütün aile ile beraber bekliyorum.”
Meğerse küçükken ona Karagöz-Hacivat merakını aşılamışım ve şimdi Amerika’da doğup büyüyen oğlu Tal’ın da Karagöz Hacivat’la tanışmasını istiyormuş…
Çocuklar, torunlar, ağabeyim ve ailesi hepimiz Gayrettepe’ye gittik. Sanatkâr usta Hasan Karabağ’ın Karagöz sahnesini kurmasını seyrederken benim çocukluğum aklıma geldi.
“Sene 1950, yaz dönemi. Henüz İzmir’deyiz. Elimde, ağabeyim Eli ve benim yazdığımız bir ilanı, ‘Yahudi mahallesi’ diyebileceğimiz Karataş’ın Asansör semtinde ev ev dolaşıp dağıtıyorum.
İlan, birkaç gün sonra evimizin bahçesinde yapılacak olan bir Karagöz gösterisi ile ilgili idi.
… tarihinde saat 16’da Eli ve Sami’nin evinin arka bahçesinde Karagöz temaşası icra edilecektir. Giriş bahçenin arka kapısından yapılacaktır. Tüm arkadaşlar anneleri ve yardımcıları iştirak edebilirler.
Not: duhuliye çocuklar için 1 kuruş, büyükler için 2,5 kuruş”
Oyunu ağabeyim ve ben Karagöz tasvirleri ile sunacaktık. Kullanacağımız teknik, gölge değil, fiilen kartondan yine ağabeyimin kesip biçtiği Karagöz Hacivat’ı uzun çubuklarla sahneye çıkarmaktı.
Metin yönünden bir problem yoktu. Babam bize, hangi münasebetle hiç hatırlamıyorum, 1945 yılında basılmış 10 adet Karagöz Hacivat oyun kitapçığı satın almıştı. Bir tanesini seçtik.
Ve tam beklediğimiz gibi oldu; millet gerçekten bahçeyi doldurdu. Tam 45 dakika iki büklüm kitaptan okuya okuya gösteriyi tamamladık. Merakla seyredildik. Ve tabi, olan oldu: Oyun biter bitmez arkadaşın biri, bir karton tasvir ister, öbürü başkasını ister, derken birbirimize girdik ve tıpkı her Karagöz oyunun sonunda olduğu gibi, ama bu sefer gerçekten, perde yıkıldı, viran oldu, kartonlar parçalandı. Neticede ikinci gösteriyi yapamadık.
Aradan yıllar geçti. Evlendim çocuk sahibi oldum. Tekrar eski hevesim depreşti.
Çocuklara, yeğenlerime, arkadaşların çocuklarına bir Karagöz gösterisi yaptım. Ama bu sefer gerçek ceylan derisi tasvirleri satın aldım. Gölge oyunu olacak şekilde sahneyi kurdum. Kitapçıkları saklamıştım (hâlâ da saklıyorum). Oyun yine büyük ilgi gördü ama bu sefer yangın tehlikesi atlattık. Arka ışığı veren spotu açık unutmuştum; perde az kaldı tutuşmak üzereydi; son dakikada kurtulduk.
İşte bu gösterinin nemalarını şimdi, 30 yıl sonra, 2013 yılında görecektim. Küçükler bu gösteriyi bizim kadar sevecekler miydi?
Ve gösteri başladı.
Tekrar büyülendim. Geleneksel birkaç sahneden sonra Karagöz, tarzını bozmadan güncel konulara da değiniyor: Çöplerini denize atan Hacivat kayıktayken uykuya dalar ve gördüğü kâbus ona çevreci olmayı öğretir.
Gösteri biter bitmez heyecanla ‘sahne arkasına’ üşüştük. Karagöz Üstadıyla tanıştık. Genç, dinamik Hasan Karabağ, konservatuar mezunu olup yurt dışına da çağırılıyor. O sene İtalya’da ve Tunus’ta gösteriler yapmıştı. “Hangi lisanda gösteri yaparsınız?” sorumuza, “Karagöz evrensel olabiliyor, oraların birkaç anahtar kelimesi öğrenmemiz yeter.”
Kendisinden, torunlar ve onların arkadaşları için yeni gösteri yapıp yapamayacağını sordum, kabul etti.
Ama sırf torunlarım için bu gösteriyi yapmak yerine Adalar Rotary’nin de desteğini alarak, bunu Anadolu Kulübü’nün diskoteğinde ve halka açık olarak tertipleme kararını verdik. Ve tıpkı çocukluğumda İzmir’de yaptığım gibi, birkaç gece elimde yine afişlerle, Kulübün lokantasını, oyun salonlarını dolaşarak, çocukları bakıcıları, anaları ve babaları davet etmeye başladım.
Şow bu sefer tam usulüne uygun, gece vakti ve gerçek usta tarafından gerçekleştirildi. Müthiş bir geceydi. Çocukların tepkilerinin 65 sene içinde hiç değişmediğini fark etmek çok ilginçti. Ancak daha ilginci Hasan Bey’in tasvirlere yaptığı eklerdi. Barış Manço ve modern dansöz tasvirleri olağan üstü idi.
Diyaloglar da günümüze uyarlanmıştı. Maceralar, klasik çerçevede yürümekle birlikte, çocuklara sürekli temizlik hakkında öneriler, tabiat sevgisi ve arkadaşlığın önemi anlatılmaktaydı.
Bir daha böyle bir gösteriyi ne zaman tertipleyeceğimi bilemiyorum; ama herhalde bu muhteşem ikili hiç aklımdan çıkmayacak. İlk fırsatta yine iştahımın kabaracağından eminim.
Peki, nasıl olur da bu gölge oyunu asırlardan beri güncelliğini koruyor. Onu her nesilde çekici kılan nedir?
50’li yılların sonuna kadar gündemde kalması ve ilgi odağı olmasını normal karşılamak lazım. Çünkü tiyatro ve sinema toplumun çok küçük bir kesimine ulaşabiliyordu.
Peki, günümüzde, TV’lerin, iPad’lerin vs’nin, artık herkesin önünde ve elinde bulunduğu bir dönemde Karagöz nasıl kendini koruyabiliyor? Hele birer sanat eseri haline gelen sayısız çizgi filmlerle, Hacivat nasıl rekabet edebiliyor?
Bence bu temaşa sanatının en büyük özelliği insani boyutudur. Karakterler tamamen halkın içinden seçilmiş tiplerdir. Davranışlarında herhangi bir abartma yoktur.
Ustalar bilhassa çocuklarla iletişim kurmakta çok mahirdiler. Belli bir çerçeve içinde kalmakla birlikte, uygun gördüğü anda onları da oyuna dâhil ederler. Modern anlamıyla, ortaya interaktif bir tiyatro çeşidi koymaktadırlar.
Uzun ömrünün sırrı da buradadır: Karşılıklı iletişim.
Şu anda sömestre tatilinin tam ortasındayız. Hadi, çocuklarınızı - ve kendinizi -alıp bir Karagöz oyununa götürün. Çok eğleneceğinizden eminim.