Hırsız, gecenin bir yarısı birtakım kap kacak çalmış. Bekçi, nihayet hırsızı ele geçirdiğinde ona bunu niye yaptığını sormuş. “Benim becerim çalmaktır,” diye cevap vermiş hırsız. “Senin becerin ise hırsızlığa engel olmak. Ben kendi işimi yaptım. Sen niye üzerine düşeni yapmadın?”
Bu Talmud anekdotunu yazmamın nedeni, bir süredir aklıma takılan kaplar (İbranice kelim) konusunu işlemek. Kaplar niye önemli? Açıkçası henüz bilmiyorum ama yazdıkça belki bir konuca varırım.
Talmud’un temizlikle ilgili kurallarının ele alındığı Taharot Risalesi’nin kelim diye bir bölümü vardır. Bu bölüm öncelikle ahşap, madeni ve toprak kapları etkileyebilecek çeşitli ritüel kirlilik şekillerini tartışır; kapların düzeltilme ya da arındırılması, ritüel kirlilikle hangi aşamada bulaşacakları veya kirlilik yayacakları ve kabın hangi kısımlarının kirlenebileceği gibi konuları alır ve Sözlü Kanun’daki Mişna bölümlerinin en uzun risalesini oluşturur.
Bu arada Koenler soyundan gelen bazı Yahudilerin oluşturduğu bir kuruluş, Yeruşalayim’de bir öğretim merkezine sahipmiş. Bu kuruluş, tarihte kullanılan özel giysi ve kapları yeniden meydana getiriyormuş.
Kap kacak deyip geçmeyin. Koskoca Marmaray projesini bile bir süreliğine de olsa durdurmayı başarmadılar mı? Arkeolojik kazılardan en çok kap kacak çıkmaz mı?
Kelim konusu Kabala’da da önemli bir yere sahiptir. Büyük Kabalist Yitshak Luria (Ari) Yaratılış sırasında Tanrı’nın Işığı’nı muhafaza etmesi beklenen on kabın (kelim), dayanamayıp kırıldığını belirtir ki, bu olaya Shevirat ha-kelim denir. Kap kırıkları ruhları ve nesneleri oluşturmuştur. Luria Kabalası’na göre bu, yeni bir başlangıçtır.
Kap kacak konusunda Tora’da bir bölüm daha var ki, anlaşılması oldukça zordur.
Yaakov, dayısı Lavan’ın yanından ayrıldıktan sonra, ağabeyi Esav’ı armağanlarla yatıştırmaya çalıştırmaktadır: “Hediye, (Yaakov’dan) önce gitti ve (Yaakov) o geceyi kampta geçirdi. Geceleyin kalktı, iki eşini, iki (kadın) hizmetkârını ve on bir çocuğunu alarak Yabok (Irmağı) sığlığından geçti. Onları alıp nehri geçirdikten sonra tüm mallarını de (nehrin diğer yanına) geçirdi (Bereşit 32:22-24).
Tora’nın mal dediği nedir, sevgili okurlar? Yine kap kacak... Açıklamalara bakalım: Raşi, Talmud’dan (Hulin 91a) alıntı yaparak Yaakov’un bazı ufak toprak sürahiler unuttuğunu ve onları almak için geri döndüğünü belirtir. Yaakov’un ufak sürahiler için geri dönmesini, bilgelerimiz şu şekilde yorumlar: “Tsadikler için paraları, vücutlarından daha değerlidir.”
Kafa karıştırıcı, değil mi?
Talmud yine açıklıyor: Tsadikler, namus çerçevesinde olmayan bir davranışın teklifinden bile kaçınır. Başka bir deyişle, her bir kuruşu dürüstlükle kazandıkları için, mallarına özellikle değer verirler.
Burada kastedilen tabii ki hayatın kap kacak için tehlikeye atılabileceği değildir. Yaakov önemsiz gibi görünen mallar için geri dönmüştür çünkü dürüstçe kazanılan her şey, tsadikler için kayıtsız kalınamayacak bir manevi değere sahiptir. Yaakov’un bu hayattaki görevi, insanoğlunun bu dünyadaki en sıradan hareketine bile bir kutsiyet boyutu katmaktı. Bunun bir sonucu olarak küçük sürahileri de dürüst bir şevkle elde etmiş, dolayısıyla onları bir anlamda kutsal nesnelere dönüştürmüş ve birer mücevher gibi değerli kılmıştır. Talmud’un belirttiği gibi bir yargıç tek bir kuruşun kime ait olduğuna karar verirken bile, sanki bunu on bin lira için yapıyormuş gibi titiz davranmalıdır.
Tora yorumlarını da ekledikten sonra sanıyorum ki, almamız gereken ders, değer bilmektir. Yaşadığımız çağda pek çok şeyi acımadan çarçur edip tüketiyoruz. Çok mu kolay kazanıyoruz ki ilk fırsatta elden çıkarmaya bakıyoruz? Bırakalım kap kacağı bir yana. İnsanları kazanmak çok mu kolay ki arkamıza bakmadan terk ediyoruz? Atamız Yaakov küçük sürahilere bile kıyamazken, biz nelere kıyıyoruz! Hep bir yenisi, hep bir üstünü... Sırf bu yüzden evlenme kararı veremeyen gençler var.
Sanırım elimizdekinin kıymetini bildiğimiz ve başkasının sahip olduklarıyla karşılaştırmadığımız gün, ‘dürüst’ olmaya doğru sağlam bir adım atacağız. Yaakov ile Esav’ın karşılaşmasına tekrar geri dönecek olursak, atamızın, ağabeyinin “Bende çok var” sözüne karşı şu yanıtı, bize gerekli ipucunu vermektedir: “Tanrı bana çok cömert davrandı ve benim her şeyim var” (33:11).