Kimin canı sıkılır? Yapacak şey bulamayanın diyeceksiniz ilk aşamada. Öyle ya, bütün gün bedensel bir iş yapıp yorgun argın akşamı eden kişinin can sıkıntısı çekmesi beklenmez. Boş vakti çok olan insanlara yakıştırılır daha çok can sıkıntısı. Ancak konu karmaşık aslında, çeşitli nedenlerle can sıkıntısına kapılabiliyor insan. Örneğin, etrafında olan bitene yetişemeyen, diyalogları takip edemeyen kişi bir süre sonra ortama ilgisini yitirir, kalabalıkta canı sıkılır. Ben mesela finansal rasyolarla ilgili bir eğitimde cari rasyo ile devir hızı rasyosu arası bir yerde tamamen kopup can sıkıntısına düşmüştüm… Veya tam tersi, konuşulan konu başlangıç seviyesini aşmıyorsa ve kişinin gerçek yeteneğinin çok altında seyrediyorsa, kişi bir süre sonra dikkatini vermekten vaz geçer ve canı sıkılır. Örneğin bilgisayarda yazılım yapabilen öğrenciye Texas Instruments hesap makinesi nasıl çalışır dersi verirseniz muhtemelen canı sıkılacaktır. Sürekli tekrar edilen aktiviteler de insanın canını sıkar, hele ki ucunda bir takdir veya beklenti yoksa… Hasta bakmak, bulaşık yıkamak, serviste geçirilen vakit gibi. Ancak inancım şu ki hayatla barışık kişi bu uzun vakit alan işlerden bile canı sıkılmadan sıyrılabilir.
Bir de yeteneği ile uyumlu olduğu halde can sıkıntısı adlı ruhsal durumdan kurtulamadığı için hiçbir aktiviteye bağlanamayan kişi var. Bu aslında gerçek bir depresyon belirtisi. Yapacak şey var, ama yapmak istemiyorum durumu. Kişi, hayatını yeteri kadar çeşitlendirmiştir, işi vardır, ailesi vardır, arkadaşları vardır, hobileri vardır. Ama hala bitip tükenmeyen bir daha fazlam olmalıydı, elimdekiler yetersiz hissi… Aklıma hep radikal bir örnek geliyor bu konuda umarım yersiz kaçmaz. Tek eşiyle mutluyken bir süre sonra ikinci eşi haremine katan şeyh gibi. Sonra ikisi ile monotonlaşan hayat yüzünden üçüncüyü alan. Yani eşlerin hayat kalitesine bir nitelik katmaması, can sıkıntısının tekerrür etmesine neden oluyor. Sonuçta hayatında yapacak işleri çeşitli olanların can sıkıntısına düşmesi de mümkün…
Gelelim olayın felsefi boyutuna. Filozoflar can sıkıntısı ile ilgili pek çok şey yazıp söylemişler. En beğendiğim yaklaşım Schopenhauer’inki. Ona göre, can sıkıntısı aslında birbirini pek az seven insanların yine birbirlerini aramasına yol açarmış. Öyle ya, boş vakitlerimizi bir şekilde doldurmaya çalışıyoruz. Kendimizle aynı arayışta olanlarla boşluğu ‘atlatıyoruz’. Hâlbuki boş vakitten kaynaklanan can sıkıntısı o kadar da kötü bir şey değildir. İnsanın asıl yaratıcılığa sürüklendiği anlar o sıfır noktasıdır. Oğlum küçükken evdeki karton kutuları kanallar şeklinde tasarlayıp bilyenin hızlanarak yerdeki yay ile sıçramasını sağlayan bir proje geliştirmişti. Sonuçta AVM’de geçirilen bir akşamüzerinden daha yaratıcı olduğu kesin.
Can sıkıntısı bazen de sadece sosyal bir konumlanma patolojisidir. İmrendiği kişilerin yaptıklarına ulaşamamak kişiyi gerçek olmayan bir can sıkıntısına sürükler. O kayak tatilinde ben değilim, o hafta arası her gece çıktı gezdi ben çıkamadım gibi. Yani insan, beklentileri doğrultusunda eksiklik hissederse canı sıkılır.
Can sıkıntısından kurtulmak için usulün dışına çıkarak adrenalin aramak yani risk almak günümüz insanının ilacı. İyi yaptığı şeyi bile bozmak, değişik yollara sapmak, rasyonel olmayan davranış sergilemek, kumar oynamak. Can sıkıntısı aslında bir tür dayanıklılık testi, rasyonel insanın yıkıcılığını sorgulayan…