Bir 14 Şubat daha geride kaldı. Ve İstanbul’da, bir kez daha hiçbir sevgili, elinde bir demet çiçekle aşkın semtine uğramadı!
Aşkın semti neresi mi?
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa devrilince, çok sevdiği kızıyla damadı arasına da ayrılık girer. İstanbul’a girişi yasaklanan damat, sürgün hayatı yaşarken, valinin kızı neredeyse her gün kapısını aşındırır Osmanlı Sarayı’nın. Kocasının affedilmesini ve İstanbul’a gelmesine izin verilerek eskisi gibi mutlu bir yaşam sürmelerini isteyen kadının bu dileği kabul edilir sonunda. Uzun bir aradan sonra kavuşan iki sevgilinin hiç çocukları olmaz. Ama onlar, günümüzde çocuk sesleri arasında yatıyorlar!.. Mehmet Ali Paşa’nın kızı Zeynep Hanım ile kocası Kamil Bey bir çocuk hastanesi kurar. Hastanenin bahçesindeki türbede yan yana yatan iki sevgili sayesinde de aşk, İstanbul’un bir semtine ad olur: Zeynepkamil!..
Sorarım, 14 Şubat Sevgililer Günü’nde, Zeynep Hanım ile Kamil Bey’in türbesine çiçek bırakan olmuş mudur?
Hadi vazgeçtim bu duyarlılıktan, Eski Şark Eserleri Müzesi’ni ziyaret eden var mıdır? Samuel Noah Kramer adlı Sümerolog, yazının ilk örnekleri olan Sümer tabletlerini incelemek üzere İstanbul’a gelir, 1951 yılında Kramer, eline aldığı ‘2461’ numaralı tablet karşısında heyecanlanır. Bir aşk şiiridir elinde tuttuğu. İnsanlık tarihinin yazılı ilk aşk şiiri!.. Bu şiir, bir rahibe tarafından krala yazılmıştır. Evet, bir kadın tarafından kaleme, daha doğrusu çiviye alınan dünyanın yazılı ilk aşk şiiri bir Sümer tabletidir ve de bizim elimizde yani İstanbul’dadır. Zaten, bu şiir yurtdışına kaçırılmış olsaydı varlığından hepinizin haberi olurdu. Çünkü, tableti kaçıran ülke onu öylesine allayıp pullayıp sunardı ki, 14 Şubat günü tabletin önünde kuyruklar oluşurdu uzun uzadıya!.. Ben, Şiir Cumhuriyeti ilan ettiğim Kız Kulesi’nde o şiiri sergilemeyi çok istemiştim. Eğer, bu tarihi eser bir kültür merkezi olarak algılansaydı, 14 Şubat günü içinde sergilenen ilk aşk şiirini görmek isteyenlerin oluşturduğu kuyruk Salacak kıyısı boyunca uzanırdı. Ben diyorum ki; bu görüntü, turizm politikasını da sağlıklı bir raya oturttuğumuzun resmi olur… Kültürel zenginlikleri satranç oyununun birer taşı gibi göremeyen, göremediği için de hamle üretemeyenler daha ne zamana kadar çalacaklar yarınımızı? Bir de şunu soralım: 14 Şubat’ta kaç sevgili Eski Şark Eserleri’ndeki yazılı ilk aşk şiirini görmek için buluşmuştur? Aşkın dili olarak çiçekler sunuldu sevgiliye, kömür, limon ve ekmek unutularak!.. Komşuya âşık olunurdu yıllar öncesinin İstanbul’unda. Genç kız, sevgilisi görsün diye kömür, limon ve ekmek koyardı penceresinin önüne. Bunun anlamı şöyleydi:
Kömür: Senin aşkından bir kömür gibi yanıyorum.
Limon: Sensizlik beni bir limon gibi sararttı.
Ekmek: Birlikte olalım, bir dilim kuru ekmeğe bile razıyım.
Kimileri “Nerede o eski aşklar?” diye serzenişte bulundu, 14 Şubat günü Göksu Deresi’nde, Kuşdili Çayırı’nda, Kalamış Koyu’nda yaşanılan aşklara gıpta edildi. Oysa İstanbul’un bu mekânlarında sevgililerin birbirini görmek için kürek çektikleri ya da volta attıkları yıllarda kadın, erkek dünyasının demir parmaklıklarına tutsaktı. Sevgililerin bir araya geldikleri anlar yok denilecek kadar azdı; kısa süreli birkaç kaçamak bakış, bohçacının eline para sıkıştırılarak gönderilen mektuplar, kafesli pencereler ardından sevgilinin çıplak dirseğini görme çabaları. Ne o? Eski aşklar daha güzelmiş, aşkın tadı kalmamış! Bu mudur aşk? Kadının erkeğin kulu, kölesi olduğu yıllardan söz ediyoruz. Cumhuriyet devriminin kadınlarımıza tanıdığı özgürlükleri, hakları geri vermeye giden tehlikeli yolun bir adı da, tokmağı sürekli olarak kafalarda çalınmaya çalışılan “Nerede o eski aşklar” kapısıdır!
Hadi diyelim Zeynepkamil’in öyküsü, ilk aşk şiiri, kömür, limon ve ekmek üçlüsü bilinmiyor. İyi de, Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’na da mı çiçek koymak kimsenin aklına gelmiyor?
Hoppala! Sunay Akın, sen de “Sevgililer Günü’nü devlet protokolü de kutlasın” mı diyorsun yani? İtalyan heykeltıraş Kanonika, Cumhuriyet Anıtı’nı yapmak üzere Roma’da kolları sıvarken, Sanayi-i Nefise Mektebi’nde bir yarışma açılır. Bu yarışmada birinciliği kazanan öğrenci, tüm masrafları devlet tarafından karşılanmak üzere Kanonika’nın yanına gönderilecektir. Yarışma sonuçlandığında birileri, birinci değil, ikinci olan öğrencinin gönderilmesi için baskı yapmaya çalışır. Bunun nedeni, birinciliği ‘Sabiha Ziya’ adlı 22 yaşında ve bekâr bir kızın kazanmasıdır! Dönemin Maarif Bakanı olan ve çok genç yaşta ölümünün Cumhuriyet Türkiye’si için büyük bir kayıp olduğu Mustafa Necati Bey’in ve de Ankara’daki sarışın kurdun araya girmesiyle Sabiha Ziya Hanım, Roma’ya gönderilir. Kanonika, bu olaydan sonra, kadınlarımız 1923 devriminin kendilerine kazandırdığı hakları, özgürlüğü unutmasınlar diye anıta bir kadın yüzü koyar. Dört köşeli anıtın zaferi simgeleyen bayrak açmış askerlerin olduğu iki tarafına dikkatli bakıldığında, askerlerin başlarının üstünde birer kadın maskı bulunduğu görülür. Bu iki kadın yüzünün biri peçelidir ki, Cumhuriyet öncesi kadınını simgelemektedir. Bu cephenin arkasında ise yine aynı kadının yüzü vardır; yalnız, bu sefer peçe kalkmış ve kadının yüzü gülmektedir. Burası da, Cumhuriyet sonrası kadınını simgelemektedir. Şu işe bakın ki, insanların inançlarını iktidara gelebilmek için politikaya alet etmek isteyenler, peçeli kadının baktığı yöne bir cami yapmak istiyor, çağdaş, gülen kadın yüzünün baktığı yönde ise Atatürk Kültür Merkezi yükseliyor! 14 Şubat Sevgililer Günü’nde bir tek karanfil ya da gül olsun, bırakılmış mıdır, Cumhuriyet Anıtı’nda yüzü gülen Sabiha Ziya Hanım’ın heykelinin önüne? Sevgililer Günü yılda bir gün yer alıyor gazete sayfalarında.
Peki ya, sevgililerin katledildiği töre cinayetleri; namus adına kurşun sıkılan kalpler…