Giderek yolsuzlaşıyoruz. Son yıllarda duble yollarla ördük memleketi. Tüneller açtık denizin dibine bile. Köprüler diktik. Yetmedi, İstanbul’a mesela, 3. Boğaz köprüsünü, 3. havaalanını inşa ediyoruz. Ağaçları yok ettik, yolları açmak için. Doğadan uzaklaştığımızı anlamadan yok ettik. Doğadan uzaklaşırken insanlıktan da uzaklaştığımızı bilmeden.
Giderek yolsuzlaşıyoruz. Son yıllarda duble yollarla ördük memleketi. Tüneller açtık denizin dibine bile. Köprüler diktik. Yetmedi, İstanbul’a mesela, 3. Boğaz köprüsünü, 3. havaalanını inşa ediyoruz. Ağaçları yok ettik, yolları açmak için. Doğadan uzaklaştığımızı anlamadan yok ettik. Doğadan uzaklaşırken insanlıktan da uzaklaştığımızı bilmeden. Yere, göğe, toprağın altına yollar açtık. O yolları açarken, yaşam yollarımızı yok ettik. Yoksullaştık. Yolsuzlaştık! Nefesimiz kesildi! Kalplerimiz durdu! Birileri bas bas bağırırken meydanlarda, evlerde, minibüslerde; hakimiyet kurmaya çalışırken kendi zindanlarında, birilerinin özgürlüğe uçtu ruhları...
37 kişi oldular. Şubat ayının 14’ünde 2015 yılının bu bu neredeyse ilk ayında 37 kişiydiler. Her güne bir kişi neredeyse.
Neriman, Öznur, Hatice, Serap, Leyla, D.Ç., Bircan, Nurcan, Hayriye, Hatice, Hadıya, Nurten, Havva, Çiğdem, Medine, Nuran, Leyla, Saniye, Kezban, Dudu, Pınar, Z.O., Songül, Zübeyde, Kezban, Feraset, Azime, Öznur, Özlem, Mekkiye, Nesrin, Duygu, Özgecan, Meryem... ve bir de ismi bilinmeyenler...
2008’de 61 kişi idiler
2009’da 61 + 105;
2010’da 61 + 105 + 165;
2011’de 61 + 105 + 165 + 121;
2012’de 61 + 105 + 165 + 121 + 139;
2013’te 61 + 105 + 165 + 121 + 139+231;
2014’de 61 + 105 + 165 + 121 + 139+ 231 + 287
Toplam... Toplamı yapmaya içim elvermiyor. Çünkü onlar Türkiye’de kadına yönelik şiddetten ölen kadınların anısını yaşatmak için internet üzerinden kurulmuş ve her gün güncellenen ‘anıt sayaç’ta sadece birer isim değildiler benim için. Sadece birer rakam da değildi onlar. Onlar, her biri bir annenin kızı idi. Kimisi çocuklarına anne idi. Kimisi henüz anne olma yaşına dahi gelememişti. Kimi yaşamın daha zor şartlarında boğuşuyordu, bir tas çorba sürebilmek için akşam sofrada sevdiklerinin önüne. Kimi ise daha iyi koşullarda. Hayalleri vardı. Geleceğe dair, kendilerine dair, yaşama dair. Umutları vardı. Başarıları da vardı, mutlaka hataları, yanlışları da vardı. Sen gibi, anan gibi, ben gibi, kızım gibi, BİZ gibi!
Sadece kadın oldukları için, hiç hak etmedikleri bir şekilde verdiler son nefeslerini. Onlarla beraber, bir toplumun da acı acı nefes vermekte olduğunu bilmeden belki de. İnsanın içinde yaşadığı toplumun ne derece insancıl olduğunun ya da olmadığının bir göstergesidir şiddet. Toplumun ne derece medeni olduğunun bir göstergesidir kadına yaklaşım. Kadını kendi gibi görmeyen bir toplumda şiddet de eksik olamıyor maalesef.
Ve bu ölümler kadar, etrafında dolaşan yorumlar da acı. Belki daha da acı:
- Erkektir, yapar
- Eskiden de vardı, şimdi sosyal paylaşım nedeniyle daha çok açığa çıkıyor bu haberler. Kol hep kırılıyordu ama artık yen içinde kalamıyor.
- Amerika’da da var kadına şiddet
- Bireysel olaylar bunlar.
Hayır efendim! “Erkektir yapar” değil. Tam da erkek olduğu için yapmaz; yapmamalı, yapamamalı! Zira şiddet erkekliğin değil, acizliğin göstergesidir. Yetersizliğin, kendine güvensizliğin, kendini bilmezliğin sonucudur. Kendini, olmadığı bir şey zannetmenin sonucudur.
Hayır efendim! Eskiden de olması ya da başka coğrafyalarda da yaşanması çözüm üretmemek için bir neden değil, olamaz asla!
Hayır efendim! Birbirinden bağımsız, bireysel olaylar değil bunlar. Birbirlerinden bağımsız gibi de görünseler, toplumun içinde olduğu soysuzluk katsayısının bir göstergesi bunlar. Eğitimin, ta ana kucağından beri nasıl yanlış olduğunun bir göstergesi. Politikacıların, kanun yapıcıların gözünde kadının yerinin bir göstergesi. Ataerkillik sonucu gibi görünse de ataerkillikten değil, düpedüz ilkellikten kaynaklanan bir durum!
Kadın; o kadın ki seni bu dünyaya getirmiş! O kadın ki, senin yavrun!
Ama o kadın ki, “namusum” demişsin koynuna almışsın. Namusum dediğin için belki de kendini ondan üstün zannetmen! Namusum yerine, “sevdiğim, bir tanem, kıyamadığım” desen, “eşim” desen belki kadının senden düşük ya da farklı olmadığını, senin tamamlayanın olduğunu anlayacaksın! “Eş”im dediğin an, onun sana eş mesafede, eş düzeyde durduğunu anlayacaksın belki.
Bu sefer de Özgecan ile gözlerimizin önüne serildi içler acısı durumumuz. Özgecan için yürüdü, yürüyor insanlar bu ülkede. Özgecan için anlatmaya başladı herkes kendi deneyimlerini. Bir simge oldu gencecik kapkara gözleri ile fotoğraflardan bize masum gülen Özgecan. Onun için olduğu kadar, kendileri için, kendi kızları, kendi çocukları için de yürüdüler insanlar; yas tuttular, siyahlara büründüler, anlattılar, söze geldiler. Bu durumun bireysel olmadığını, tam tersine çok ciddi boyutlara ulaşmış toplumsal bir hastalık olduğunu anlatabilmek için dile geldiler. Tedaviye karar verilebilmesi için hastalığın doğru tespit edilebilmesi gerekir. Bu durum kişiler için olduğu kadar, toplumlar için de geçerlidir. Tedavi ise uzun ve kapsamlı bir tedavi. Meydanlarda bağırmakla, Özgecan’ın ailesini arayıp başın sağolsun demekle, siyahlar giyinip sokaklarda yürümekle iyileşmeyecek bu hastalık.
Söz değil, eğitim şart, uygulama şart! Doğru ceza kanunlarını koyup onların da uygulanmasını sağlamak şart! Yok “okulları ayıralım”, yok “pembe otobüs sistemi geliştirelim” diyen zihniyet, kendi görüşüne göre erkeğin kendine hak saydığı şiddet, taciz ve tecavüz olaylarına ortam yaratmakla kalmıyor, erkeğe kendine hakim olmayı ve insan olmayı öğretmek yerine, kadını sosyal yaşamdan uzaklaştırıp dört duvar arasında kapatır ve erkekten ayırırken, aslında erkeği de bir çeşit açık ceza evine kapatmış olmuyor mu?
Bu gidişatın, ayrımı büyüttükçe, kadını ötekileştirdikçe, şiddetin arttığını da göremeyecek kadar kör mü toplumsal gözlerimiz?
Kanun koyucular, adalet dağıtanlar daha ne kadar indirim isteyecek, bir minibüste evine dönen bir yavrumuza şiddet gösterenlere? Kadının eve kapalı kalmasını talep eden zihniyetin bir aşaması bunlar hep... Yok dekoltesi biraz açıkmış, yok eteği sıyrılmışmış, o da istiyormuş gibi bahanelerle olan zaten hafif olan cezayı daha da hafiflettikçe, toplumu da daha fazla soysuzluk seviyelerine indirdiğini ne zaman anlayacak? Ne zaman insan olmanın erdeminin kadın ya da erkek olmanın üstüne koyacak bu toplum? Daha kaçımızın, daha hangimizin anası, kardeşi, kızı, kendisi Anıt Sayaç’ta isimleri ile yer almak zorunda kalacak?