Doğduğumuz ilk hafta veriyorlar onu… Son yıllarda bir de numara eklediler. Yani artık bir de numaramız var kimliğimizle birlikte. Adımız, ana / babamız, dinimiz, doğum tarihimiz, yaşadığımız yer ve daha pek çok aranınca bulunmamıza ait bilgi var orada. Bir kâğıt parçası ama ne kadar çok bilgi yüklü üstünde… Sanki yeni doğana ilk verilen bilgiler gibi… Şimdi diyor sen bunu al, bununla hayat denen yola çıkacaksın. Bu bilgiler değişmez, ama sen üstüne daha pek çok kimlik ekleyeceksin… Sen de bu oyuna gelmiş numaralı ve kimliklilerden birisin artık… Bu kimliğin gerektirdiği rolleri oynayacaksın, yani anlıyorum biraz sınırlı tabii! Ama oyun böyle!
Ve başlıyoruz oynamaya… Önce birilerinin kızı/oğlu, sonra birisinin eşi, sonra birilerinin anne / babası, sonra şu mesleğin çalışanı/patronu, sonra şu değerlerin sahibi, sonra bu inançların savunucusu derken oluşturuyoruz bizden bekleneni… Pek çoğu da başkalarının deneyimlerinden, bize öğrettiklerinden, toplumun beklentilerinden, değer yargılarından, güzellik anlayışından oluşan ‘biz’ sandıklarımızdan oluşuyor. Numaralı kimliğin iç sayfaları iyice oturuyor. Bu kimliğe uygun bir hayat sürüyoruz. İnanıyoruz o olduğumuza, öyle yaşamamız gerektiğine…
Sonra bir gün bir şeyler oluyor hayat oyununda ve o sıkıca tutunduğumuz kimlik bilgilerimiz yerle bir oluyor… Nereden bakarsak bakalım oturmuyor o bilgilerin içine… Evirip çevirip olanı elimizdeki kâğıt parçasının içine sığdırmaya çalışıyoruz ama nafile… Örüyoruz hapishane duvarlarını iyice etrafımıza ve kapısı açılmaya çalışılsa da kapatıp kapıyı içeriden kilitliyoruz dışarıya çıkmamak için… Tutunuyoruz bildiklerimize, inandıklarımıza, korkularımıza, biz sandıklarımıza, bize ait olduğunu sandıklarımıza ve tutundukça acı çekiyoruz.
Siz hiç kimliksiz kaldınız mı? ‘Siz’ sandıklarınızdan özgürleşme deneyimini yaşadınız mı?
Bundan yıllar önce katıldığım bir kişisel gelişim seminerinin bir yerinde beni kimliksiz bıraktılar. Korkunç bir şeydi önce… Saatlerce ağladım… Onca yıldır inandığım ve herkesi inandırdığım, ‘ben’ dediğim, hayatımı onun etrafında yönlendirdiğim bir kimliğim birkaç saniye içinde yıkıldı, gitti… İlk şok şöyleydi: Dibi görmek, koskoca bir karanlığa girmek… “Bu ‘ben’ değilsem, ben kimim o zaman?” hissi… Sonra “Ben bunca zaman kendime yalan mı söyledim?” ile yüzleşme… Daha sonra çok büyük bir boşluk ve acı… Sonra yavaş yavaş sakinleme… Daha sonra bu sahte kimliğimi keşfetmiş olmanın ve onunla yüzleşme cesaretinde bulunmamın hediyelerinin açılan boşluğa bırakılması… Ve en sonunda ‘son başlangıçtır’ la karşılanan yeni bir güne uyanma… Bambaşka bir güne… Daha gerçek, daha dürüst, daha sınırsız…
İnanılmaz bir deneyimdi benim için… Kendi sınırlılığımdan sınırsızlığıma bir geçişti… Kurduğum duvarları görünmez hapishaneden bir çıkıştı… Kendi gerçeğimle yüzleşmekti… Hiç kolay değildi ancak ‘ben’ sandığım her konuyu sorgulamam için karşıma çıkan bir hediyeydi. Hayatımı ‘ben’ altında sınırladığım her konudan özgürleştirmek için bir ilk adımdı. Kendime gerçek dürüstlüğün başladığı bir başlangıç çizgisiydi. Dış dünyamdan, bulunduğum durumlardan bağımsız bir gerçekliğe, özgürlüğe adım atıştı…
Sizin gerçeğiniz nedir? Şu anda hayatınızda gerçek olan neler var? Neleri gerçek gibi yaşayıp hangi kimliğinizle gerçek olmayanın arkasına saklanıyorsunuz? “Gerçek olmayan her şey gitmeye mahkûmdur” oyununda hayatınızın hangi sahte yanlarıyla vedalaşma cesaretini gösterebilirsiniz?
Hangi sahte kimlikleriniz artık size hizmet etmiyor? Siz artık hangi kimliklerinize tahammül gösteremiyorsunuz?
Cevapları kolay sorular değil elbette. Bana göre hayatımızın amacı olan kendimizi tanımaya bir adım daha yaklaştıran sorular. Ve hep söylediğim gibi son nefesimizi verene kadar devam edecek bir yolculuk bu… Yolculuk nereye mi? Sadece kendimize…
Gerçek, dürüst, sınırsız, kimliklerden bir adım ötedeki ‘biz’ duygusunu hissedeceğimiz sevgi dolu bir dünyaya doğru el ele…