Hayatta isek yaşıyoruz ama nasıl? Öncelikle sağlıklı olduğumuzu, vücudumuzun tüm işlevlerini yerine getirdiğini varsayıyorum. Buna rağmen yaşamak denen armağanın gereklerini gerçekten takdir edebiliyor muyuz?
Öğrenmeye açık mıyız örneğin? Yoksa cevaplarımız hazır mı? “Ben zaten biliyorum. Yeniden okula mı gideceğiz? Benim öğrenmeye ihtiyacım yok. Ben hayat üniversitesini bitirdim. Benim yaşım geçti, gençler öğrensin. Öğrenecek ne varsa öğrendim...”
Öğrenmeye niyeti olmayanların verebileceği yanıtlar şöyle bir sıralandığında, ne kadar saçma oldukları nasıl da ortaya çıkıyor, değil mi? Düşünün ki para değiştireli kaç sene oldu, milyarı tanımamış bilmemiş olan gençler bile hâlâ milyonlardan, milyarlardan söz ediyor. Konumuz bu değil elbet ama değişiklikleri öğrenerek adapte olma sürecimizin ağırlığı, beni çoğu zaman şaşırtıyor.
Yaşamak sadece yiyip içmek ve uyumak değil. İnanın öğrenecek daha pek çok şey var. Rabi Yosi’nin oğlu Rabi Yişmael şöyle demiş: “Öğretmek için öğrenene, çalışma ve öğretme imkânı verilmiş. Uygulamak üzere öğrenene, çalışma ve öğretme, yapma ve uygulama imkânı verilmiş” (Pirke Avot 4:6).
Kabul ediyorum, zor öğrenenler vardır. Zor öğrenenler ama bir öğrendi mi, hiç unutmayanlar. Ya da tam aksine, zor öğrenip kolay unutanlar. Kolay öğrenip, yine kolay unutanlar. Bir de kolay öğrenip zor unutanlar. En makbulleri bu sonuncularıdır tabii.
Peki, niye öğrenmek zorundayız? Hayata anlam katmak için. Hayatı anlamak için.
Hayata tesadüfen mi geldiğimizi düşünüyoruz? Kuşkusuz öyle sananlar vardır ama benim okurlarım hayata bir misyonla geldiğimizi bilir. Bu yüzden her fikri derinliğine düşünürler. Sorular sorarlar. “Bu fikrin basit anlamı nedir? Ben de öyle mi düşünüyorum? Ben aynı kavramı farklı bir şekilde dile getirir miydim? Neden peki? Bu fikir bana hayat hakkında ne öğretiyor?”
Böyle düşünmek belli bir bilinç seviyesi gerektirir. Örneğin ilk soru, yeni bir fikir karşısında verilecek otomatik bir tepkidir ve anlamaya yöneliktir. İkincisi, fikrin analiz edilmesini gerektirir. Bunun için de düşünmeyi bilmek ve sevmek lazımdır. Üçüncüsü, yazan birinin soracağı türden, dördüncüsü ise felsefeden haz alan birinin soracağı bir sorudur.
Oysa gerçeği bulmamızı sağlayan dördüncü soru değil midir? Demek ki hepimiz felsefeden hoşlanıyoruz. Düşünmek bir egzersizdir. Ne kadar düşünürsek, tahlil etme kapasitemiz o kadar artar. Tabii düşünmek derken, aynı takıntılı fikir etrafında dönüp durmayı kastetmiyorum.
Zor zamanlar geçiriyorum, sevgili okurlar. Kendimi hâlâ yaslı hissediyorum. Yeter artık diyenleri anlamıyorum. Üzüntü ve gözyaşlarının gideni geri getirmeyeceğini tabii ki biliyorum ama uğradığım büyük kaybı başka nasıl ifade edebilirim?
Ben de sorular soruyorum. Başıma gelenlerin basit anlamı nedir? Eşim gitti. Can yoldaşımı kaybettim. Ben bu konuda ne düşünüyorum? Eşimin bu dünyadaki görevi bitmiş, vadesi dolmuştu. İyi bir insan olduğu için de ne kendi çekti, ne de etrafına çektirdi. Bu beni teselli ediyor mu peki? Etmesi lazım. Temiz bir isim bıraktı. Beni öğretmen gibi eğitti. Bildiklerinin hepsini benimle paylaştı. Dediklerime inanıyor muyum? Evet, inanıyorum. Teselli buluyor muyum? Bulacağım ama daha vakte ihtiyacım var. Yaşam hakkında ne öğrendim? Aşem bir şeye karar verdi mi, öyle olur. Her sabah dua ederken, O’nun verdiği bütün sınavları sevgi ile kabul ettiğimi beyan ediyorum. Kendimi O’na teslim ettim. ‘Keşke’lerim yok. Her şey O’nun istediği gibi oldu ve olacak. Yeter ki, bana sabır ve dayanma gücü versin. Ve amen deyin lütfen.