Eduardo Galeano’nun Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri kitabını okurken aşağıdaki satırlar ilgimi çekti:
“Küçüklüğümden beri cennette hafızanın olmadığını biliyordum. Adem ve Havva’nın geçmişleri yoktu.
Her gün, sanki ilk günmüş gibi yaşanabilir mi?”
Bu sözleri okuduktan sonra, “Hayır, yaşanamaz!” ya da “Sanmıyorum!” diye kendi kendime bir yanıt verecektim ki, yıllar önce izlediğim bir filmi anımsadım. Adı 50 First Dates. 50 İlk Öpücük olarak çevrilmiş. Başrollerini Drew Barrymore ile Adam Sandler oynuyordu. Ayrıntıları çoktan unuttum, ancak konusu o gün için bana oldukça ilginç gelmişti: Film hayatının son bir yılı boyunca sürekli aynı günü yaşadığını sanan Drew ile onu her gün yeni baştan kendine aşık etmeye çalışan Adam arasında geçiyor.
Kız, Goldfield sendromundan rahatsızmış. Filmi anlayabilmek için bu sendromun ne olduğunu merak edip araştırdım. Bulduğum tanımı kısaca şöyle: Dışarıdan gelen ciddi darbeler sonucunda, oluşan anıların bir kısmının unutulması durumu. Bu rahatsızlığı olan kişilerde, yakın geçmişte yaşanan anıların belleğe taşınması engellendiği saptanmış.
Bir an için düşünüyorum:
Elimizde olmayan nedenler ya da bir rahatsızlık sonucu, geçmişi olmayan bir hayatı yaşamak durumunda kalsak?..
Düşünmek bir yana, kurgulamak bile oldukça ürkütücü! Gerçi aksiyon dolu Geçmişi Olmayan Adam filmini büyük bir keyifle izlemiştim. Sonuçta bir senaryodur, deyip geçiyoruz; ama ya gerçek hayatta da olursa?..
Her şeyi koyu bir sis perdesinin arkasında görmek!..
Bilmediğim bir çevre, yanımda hiç tanımadığım yüzler, her şeyin ve herkesin bana yabancı olduğu bir ortam!..
Daha da tedirgin edici yanı, benim kim olduğumun sorusuna bir türlü yanıt bulamamam!..
Doğrusu bu tür bir yaşamın, düşlemi bile insanı rahatsız ediyor. Şu saptamayı kesinlikle ortaya koymak gerekir: Ben ancak belleğim ve yıllar boyu biriktirdiğim anılarımla varım! Yaşamdan aldığım keyif, duygulanmaların getirdiği heyecanlar, kendimce geliştirdiğim düşünceler, geleceğe taşıyan hayallerim, her tür maddesel ve tinsel birikimlerim, bir ömür boyu sürekli güçlenen ve beni ayakta tutan temeller üzerine kurulmuş. Yaşama bağlılığımızı, tüm olumsuzluklara karşı olan direncimizi, geçmişin bu birikimlerinden beslenerek sağlıyoruz. Bu yıllar içinde zenginleşen belleğin bir anda silinmesi durumunda, her şey boşlukta kalacak, söz ve davranışlarımıza bir anlam bulmakta zorlanacağız.
Hiçbirimiz geçmişi olmayan bir Adem ya da Havva değiliz. Galeano’nun deyişiyle de, her günü hayatımızdaki bir ilk günmüş gibi yaşayamayız; ama uyandığımız her sabahı yeni bir gün olarak algılayıp, geçmişin olumsuzluklarını geride bırakarak, daha mutlu ve huzurlu yaşamanın yolunu açabiliriz.