Geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşımı ziyaret etme vesilesi ile bulunduğum Amsterdam’da yazdığım ‘Anne Frank’in Evi’ yazımın ardından şehirle ilgili birkaç izlenimimi daha aktarmak istemiştim. Ancak konu olarak bağdaşmayacağından ve kelime sayısı da yetmeyeceğinden bu haftaya taşımak istedim. Amsterdam yazılarında sıkça bahsedilen gece hayatı, kanallar, bisiklet yolları, Red Light Street, Coffee Shoplar değil de, bu seyahatimde Amsterdamlıların kendi kendilerine yetmelerindeki ustalıkları gözüme çarptı.
***
Kendi işini kendi yapabilme becerisi Hollandalılara bebek sayılacak yaşlarda aşılanıyor. Orada bulunduğum günlerden birinde, arkadaşımla beraber iki yaşındaki oğlunu yuvadan alma, dolayısıyla Amsterdam’daki bir yuvayı inceleme fırsatım oldu. Önce biraz bahçeye bakan camdan yuvanın içini gözetledim. Yuvarlak bir masada oturan iki, üç yaşlarındaki çocuklar hakkında ilk göze çarpan – hepsinin sarışın ve Scarlett Johansson’un çocukları gibi gözükmesinin yanı sıra- ne kadar uslu ve huzurlu oturdukları. Şımarıklık yapan, kendini yerden yere atan bir çocuk yok. En azından o anda. Öğretmenin getirdiği yuvarlak bir servisin üstüne dizilmiş kesilmiş meyvelerden oluşan tabakla, çay saatine denk geldiğimizi anladık. Çocuklar kendi meyvelerini kendi kendilerine alıyor, onlara servis yapan öğretmen yok. Öğlen yemeklerinin de bu şekilde işlediğini öğrendim. Genelde sandviç şeklinde verilen yemeklerde çocuklar ortadaki malzemelerden ne yiyeceklerine karar veriyor. Öğretmenlerine gösteriyor ve öğretmenler ekmeğe sürüp çocuklara veriyorlar. Yuvadan ayrılma zamanı geldiğinde ise çocuklar hem paltolarını, hem de ayakkabılarını kendileri giyebiliyorlar. Pratik bir yöntem öğretilmiş; montlar kapüşon alta bakacak şekilde yere seriliyor ve çocuklar kollarını kol deliklerine yerleştiriyor. Kollarını yukarı kaldırıp arkaya attıklarında ise mont giyilmiş oluyor. Yani çocuklar daha iki yaşındayken kendi kendine giyinebiliyor, yemek seçebiliyor, kendi kendine yetme yolunda ilk adımları atabiliyor.
***
Amsterdam’ın beyaz saçlı büyükanneleri bile, çoğu ülkeye göre daha fazla kendi kendine yetebiliyor. Önünde sepet olan bisikletleriyle kanal kenarındaki bisiklet yolunda pedal çeviren büyükannelere hayran olmamak elde değil. Araba kullanmadan, kimseye muhtaç olmadan özgürlüğe çeviriyor pedalları büyükanneler. Alışverişini de yapıyor, öndeki küçük sepete atıyor, gideceği yere de gidiyor. Genç kadınlar da orada daha becerikli. Ben dâhil market torbalarını taşıyamayıp sanal marketlerin nimetlerinden faydalanan Türk kadınlarının yanında, alışverişini pusetin altındaki küçük bölgeye dolduran, bebek, çocuk, puset, torbalar hepsini tramvay gibi toplu taşıma araçlarına iki hamlede sokan Amsterdam kadınına hayranlıkla bakıyor insan. Bisikletlerinin önünde küçük bir sandal boyundaki taşıma sepetinde dünyayı taşıyan kadınlardan bahsetmiyorum bile. Öyle bir bisiklette dengeyi bile sağlayabileceğimden emin değilim. Bu kendi kendine yetebilme hali, orada turiste bile yapışıyor. Navigasyon kabiliyeti sıfır olan benim gibi insanlar için bile, Google Maps’e gideceğiniz yeri yazıp kolaylıkla gidebilmek mümkün. Kaç numaralı tramvaya binip, indikten sonra kaç metre yürüyeceğinize kadar her ayrıntı elinizin altında. Herkesin eğitimli olup, iyi derecede İngilizce konuşabilmesi ise bu Avrupa şehrinde turist olmayı çok kolaylaştırıyor. Kadınlar Günü’nü kutladığımız bu haftada, kendi kendine yetebilen kadınları görmek çok hoşuma gitti. Başta annem olmak üzere, tüm kadınların Kadınlar Günü kutlu olsun.