İzninizle bu haftalık siyasete ara verip, bir kadın olarak yazmak istiyorum. Anlaşılan o ki, etek boyu, kahkahası, adet zamanları, evlilik yaşı, hamileliği, doğumu, kısaca kadınlığın her hali konusunda bizi yönetenlerin bir fikri var. Kadının adını zikretmekten imtina edenler, oldukça muğlak bir namus kriteri üzerinden kadınları kategorize etmekten geri kalmıyor. İşin kötüsü, bu formata uymayanların her türlü şiddete, tacize müstahak olduklarını söyleyenleri de görmezden gelerek, böylesi söylemleri meşru kılıyorlar.
İktidarın tüm bu uğraşlarının arkasındaki amaç, kadının toplumdaki görünürlüğünü erkekleri tahrik etmeyecek şekilde yeniden düzenlemek. Bu sayede erkeklerin emaneti kadınlar, gene erkeklerden gelebilecek tehlikelere karşı güvende olacak.
Peki, baştan sona sorunlu olan bu yaklaşım, kadınlara rahat bir nefes aldırır mı? Elbette hayır. Nedenlerine gelince...
Birincisi emanetlik durumu. Neden öteden beri, insanların yaradılış hikâyesinde kadın ve erkeğin dünyaya geliş sırasına veya filanca kemikten yaradılışına takıldığını kavrayabilmiş değilim. Eğer tek bir cins, yalnız başına mükemmel olsaydı, bir ikincisine gerek duyulmazdı. Kadın ve erkeğin birbirine üstünlüğü değil birbirlerini tamamlamaları olmalıdır esas.
Ayrıca yine kutsal metinlere göre, bilgi ağacından yedikten sonra cennetten kovulan Adem hayat boyu çalışmak; Havva ise doğum sancısıyla cezalandırılır. Hayatın yükünün mecazi değil de illa sözcük anlamında direteceksek, bugün artık ağrısız doğum diye bir şey var. Erkekler de ailenin tüm yükünü tek başlarına yüklenmek zorunda değil. Kadın ve erkeğin yan yana, el ele yürüyebilecekleri, birbirlerine emanet değil, birbirlerine destek olabilecekleri bir dünya pekala mümkün. Emanetlik kavramı, evlilik yolu ile kadını erkeğe tapulamanın ve namus koruma bahanesiyle görevden vazife çıkarmanın kılıfı sadece.
Diğer sorunlu nokta, tehlikenin kaynağı yerine hedefini ıslah etmeye çalışmak. En belirgin örnek, pembe otobüsler. Toplu taşıma araçları, eğitim derken kadın ve erkeğin yaşam alanlarını tümden ayırmaya gidecek bu uygulamalar, kadını gitgide tabulaştıracak. Dahası, ileriki nesillerin birbirlerini birer arkadaş değil, sakınılması gereken karşı cins olarak görmelerine yol açacak. Oysaki vücutlarını tanıyacağı yıllar gelene dek, öncelikle birbirlerinin dünyalarını tanımaya ihtiyaçları var; en çok da birlikte gülüp, sohbet etmeye... İleride sağlıklı kadın-erkek ilişkisi kurabilmek, aile olabilmek için.
Bugün ülkemizde toplumsal ahlakı çok ciddi şekilde tehdit eden bastırılmış cinsellik sorunu ile karşı karşıyayız ve bir türlü yüzleşmek işimize gelmiyor ne yazık ki. Bu açlık, kadını cinsel bir objeye dönüştürdüğü gibi arızalı bir namus/emanet anlayışı ile birleşerek kadına karşı şiddetin önünü açıyor.
Ahlaki faturayı sadece kadınlara keseceğimize biraz da erkeğin namuslusunu yetiştirmeye odaklansak. Tabi, hangi ahlaka göre? Gönül ister ki, hemen örnek olmak amacıyla yetkililerden biri çıkıp “6 yaşında kız çocukları evlenebilir” diyenleri tekzip etsin. Bunun adının pedofili, bildiğimiz adıyla sübyancılık olduğunu söyleyerek başlasın. Annesinin dizinden tahrik olmanın sapıklık olduğunu da eklesin.
Beyhude bir çaba olsa da, kumanda merkezleri bel altında olan ‘bazı erkekler’ bir anlasalar... O çok tahrik oldukları kadınların hayatta tek dertleri cinsellik değil.
Bir kadın hangi çevreden olursa olsun, sabah aynanın karşısına geçtiğinde “Bugün hangi erkeği baştan çıkarsam?” mantığıyla giyinmez. Hemcinsleri arasında güzel hissetmek daha önemlidir. Hafif bir rekabet bile vardır. Keza marketten alışveriş ederken patlıcandan, kabaktan tahrik olmaz. “Evde kim hangi yemeği yer? Ertesi güne de artar mı?” diye düşünür. Şirkette aynı odada bulunduğu iş arkadaşıyla yalnız kaldığında da fotokopi odası fantezisi kurmaktan ziyade, işini bitirip trafiğe kalmadan eve gitmenin derdindedir. Hele hamilelik... Siz hiç kalbiniz iki misli atıp, kan pompalarken yaz sıcağında alev alev yanan ayaklarınızla baş etmek zorunda kaldınız mı? Çıkıp dışarda bir hava almanın ne nimet olduğunu da bilemezsiniz o yüzden. Derdiniz hamileliğin de cinselliği çağrıştırması ise maalesef, henüz tek hücreli bölünüp çoğalamıyoruz. Klonlanmaya kadar az sıkın dişinizi.
8 Mart hatırına değil bu satırlar, gerçekten bu ülkeye daha çok kadın eli değmesi lazım. Düşünerek, anlatarak, ikna ederek... Bence hâlâ geç kalmış sayılmayız.