Renskiz Tsukuru Tazaki, üniversite yıllarında arkadaşları tarafından herhangi bir açıklama yapılmadan terkedilmiş bir adamın, 20 yıl sonra yaşadıklarına dair cevap arayışını ele alıyor. Kitabın ortalarına doğru (kitabı merak edenlerin bu noktada yazıyı okumamalarını öneririm) arkadaş grubunun Tsukuru’yu, Shiro isimli karaktere tecavüz ettiğini ‘düşündükleri’ için terk ettiğini öğreniyoruz. Ancak, kitabın ikinci yarısı, gerçek düşüncelerinin bu olmadığı ortaya çıkıyor.
Son zamanlarda, çevremde feminizm bilincinin arttığını görüyorum. Yıllardır yanlış tanımlanmış, yanlış anlaşılmış feminizm kavramının aslında cinsiyet eşitliğini savunduğunu göz önünde bulundurursak, bu fikrin arkadaşlarım, ailem, öğretmenlerim tarafından desteklendiğini görmek benim için heyecan verici bir gelişme.
Bu sene İngilizce dersinde, ‘edebiyat ve kadın’ temasını detaylı bir şekilde inceledik. Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda’sını temel aldığımız ünitede, kadın karakterlerin edebiyatta nasıl yansıtıldığı konularımız arasındaydı. Ünite işlenirken tamamen tesadüfen Murakami’nin yeni romanı Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları’nı okuyordum. Öğrendiklerimi çağdaş bir romana uygulayabilmek için Renksiz Tsukuru Tazaki’yi feminizm açısından incelemeye karar verdim. Sonuç son derece rahatsız ediciydi.
Renskiz Tsukuru Tazaki, üniversite yıllarında arkadaşları tarafından herhangi bir açıklama yapılmadan terkedilmiş bir adamın, 20 yıl sonra yaşadıklarına dair cevap arayışını ele alıyor. Kitabın ortalarına doğru (kitabı merak edenlerin bu noktada yazıyı okumamalarını öneririm) arkadaş grubunun Tsukuru’yu, Shiro isimli karaktere tecavüz ettiğini ‘düşündükleri’ için terk ettiğini öğreniyoruz. Ancak, kitabın ikinci yarısı, gerçek düşüncelerinin bu olmadığı ortaya çıkıyor.
Tsukuru’nun Shiro’ya tecavüz edip etmediği, Murakami tarzına yakışır biçimde bir gizem olarak kalıyor. Ancak karakterlerin olay hakkında düşünceleri oldukça tek taraflı ve seksist. Arkadaş grubunun her üyesi, Tsukuru’nun aslında Shiro’ya tecavüz etmediğini düşünüyor. Grubun erkek üyeleri Ao ve Aka, Shiro’ya inanmadıklarını ancak, Shiro’nun en yakın arkadaşı Kuro’nun ısrarları üzerine Tsukuru’yı dışladıklarını itiraf ediyorlar. Kuro ise Tsukuru’nun, Shiro’ya tecavüz etmediğini, Shiro’nun duygusal olarak dengesiz olduğunu ve sağlığı için Tsukuru’yu dışlamak zorunda kaldığını söylüyor.
Shiro karakteri, yaşanan olaydan önce mutlu ve hayat dolu bir karakter olarak tanıtılırken, olaydan sonra zayıf ve duygusal iniş çıkışları olan bir karakter olarak tasvir ediliyor. Öyle ki, kötüleşen ruh sağlığı onu yalnız başına yaşamaya itiyor, büyük olasılıkla da intihar etmesine sebep oluyor. Shiro’nun karakterindeki bu değişim, tecavüz sonrası yaşanabilecek olan travma ile yorumlanabilecek iken, kitaptaki karakterler travma ihtimalini sorgulamıyorlar bile. Shiro’nun tecavüz edilmediğini vurgulayarak, akıl sağlığını nedensiz yere kaybettiği düşüncesine varıyorlar. Kuro, Ao ve Aka için Shiro, tarihin karanlık sayfalarında yer alan ‘histerik’ tanımına birebir uyuyor. Sesli olarak beyan etmeseler de, Shiro’nun dengesiz ruh halini kadın oluşuna bağlıyorlar.
Murakami’nin yazar olarak yaptığı bir diğer cinsiyetçi hata ise, Shiro’nun hayatını değiştiren olayları bir gizem olarak bırakması. Shiro’nun tecavüz edilip edilmediğini bilemiyoruz, ayrıca karakterinde yaşanan hızlı dönüşüm de açıklanmıyor. Kitabın en sonunda Shiro’nun büyük ihtimal intihar ettiğini öğreniyoruz, ancak onu intihara sürükleyen olay da kafamızda soru işareti olarak kalıyor. Hayatında eksik kalmış bilgiler, Shiro’nun çok daha zayıf, tek yönlü bir karakter olarak yansıtılmasına sebep oluyor. Büyük bir detayla betimlenmiş Tsukuri ile oldukça sönük tanıtılmış Shiro, affedilemez bir tezat oluşturuyor.
Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Haç Yılları, edebiyatta görülmüş ilk seksist roman değil. Seksizm’in kökleri Shakespeare’e, hatta mitolojiye dayanıyor. Ancak özellikle de sanatın liberal ve sosyal açıdan bilinçli yapısını göz önünde bulundurursak, feminist düşüncenin gerçek hayatta uygulandığı günümüzde Murakami’nin bu denli cahil bir roman kaleme alması, oldukça üzücü. Renksiz Tsukuru Tazaki, aklımda büyülü gerçekçiliğin başyapıtı olarak kalabilecekken, hoşgörüsüz bir roman olmaya mahkum bırakılıyor.