Önce bir soru: Erkeğin kendi değerini bulma mücadelesini kadınlara söz geçirebilme ile eşleştiren, erkek çocuklarını kız çocuklarından daha ‘değerli’ gören toplumsal kültürün kuşaktan kuşağa aktarım döngüsünün durdurulmasında annelerin rolü olabilir mi?
“…Kadının okuması, kendini geliştirmesi, özgürleşmesi, ayrımcılığa karşı direnmesi, erkeğe boyun eğmemesi gibi durumlarda özgüvenden yoksun kırılgan erkeklik kimliği öne çıkmakta ve bu yüzden erkek kendini tehdit altında görmektedir…” (Prf Dr Orhan Öztürk’ün Cumhuriyet BT’deki makalesinden)
Kırılgan kimlikli erkeklerin çocukluklarında neler görebiliriz? Çocukluğun yaygın duygusu korkuyu annesinin koruyuculuğunda geçirdikten sonra korkunun nesneleri değişse bile çocuklar korunma ihtiyacını nedensiz biçimde duymaya devam edebilirler. Gece uyumak için annesinin yanına sokulmadan edemeyen çocuk ergenliğe geçip bağımsızlık dürtüsünü derinden hissetse bile bir yandan korkudan korunmak için annesine duyduğu ihtiyaçtan da utanır; bu bağımlılığını kimselere söyletmez. Bağımlılığının annesinin bir ürünü olduğu bağlantısını tersten de olsa kolayca kurar. Korkusunu aşamamışlığın kızgınlığını annesinden çıkartmak adeta günah sayılırsa, başka kadınlara hele onlarsız yapamama ya da daha yetersizmiş duygusu veren kadınlara duyulan öfkenin tırmanışını önlemek zor olur.
Bu açıklamanın bütün erkekler ya da bütün şiddet gösteren erkekler için geçerli olduğu söylenemez. Ancak öfke ve şiddet ile bağımlılık ve değersizlik duygusu arasındaki ilişkiye bakarak, değerli hissetmenin nasıl gelişeceğine kafa yorabiliriz.
Bir çocuğu değerli hissettirmek nasıl mümkün olabilir? Değerli hissetme ihtiyacını karşılamanın kestirme yolunu pohpohlama ya da sırt sıvazlama olarak görmek Öztürk’ün yazısında belirttiği gibi erkekliğin kutlandığı sünnet şenliklerine sınırlı kalmaz. Modern eğitim kavramları içerisindeki pozitif geri bildirim uygulamalarının bir kısmını yapılan işin eleştirel bir değerlendirmesini yapmaksızın ve ayrımsız “good job” (ne güzel yapmışsın) gibi sözler oluşturuyor. Çocukların her yaptıkları için alkış beklemesinden yakınan zamane anne-babaları bir yandan da geçmişlerinden iyi söz alacaklısı oldukları çatık kaşlı, memnun olmak bilmeyen aile büyükleri ya da öğretmenlerden alamadıklarını misliyle çocuklarına ‘akıtır’. Whiplash filmindeki hoyrat öğretmenin aşağılayıcı yorumlarına mazeret ettiği bu her şeyi ‘çok müthiş’ bulma eğiliminin de çocukları değerli hissettirmeye yetmediğini görürüz.
Kendine yeterlilik duygusunun gelişmesini mümkün kılacak fırsatların değerlilik hissini doğurması beklenir. “İyiyim” demekte (ve çok tekrarla kendisini iyi hissetmekte) bir sakınca olmamakla beraber, yapabildiklerim, ortaya koyabildikleri (“topladığım sofra, döktüğüm çöp, tamamladığım alışveriş, çizdiğim resim, okuduğum kitap…”) çocuğun hissettiği değerini arttırır. Bu yorumları okuyan çocuk ya da ergen “Peki, ben ben olduğum için değerli değil miyim? Yapabildiklerimle değerlendirilmek beni sadece ben olduğum için sevmeyi engellemez mi?” diyerek itiraz edebilir. ‘Ben’ başkasından (başta anne-babadan) ‘kopmadan ayrılabilen bir ben’ olduğunda değerini hisseder; bağımsız ya da özerk, ama kendine yeterli, zorunlu beraberliğin kapanından çıkabilmiş bir erkek çocuk değerini başkasının ona verdiği değerin ötesinde ölçebilirse, ‘ne yapsa yetmeyen’ ve öfkesi giderek büyüyüp bu yetmemeden kadını sorumlu tutan bir erkek olma dışındaki yolları keşfedebilir. (BirGün’deki 8.3.2015 tarihli makaleden kısaltılmıştır).
30 yıl önce Yazko Somut Dergisi’nin feminizm odaklı 4üncü sayfasının çizeriydim. 2014’de yayımlanan 4’üncü Sayfa kitabı için yaptığım çizgilerden birisi.