“Evini yık, ondan bir tekne yap ve hayat kurtar!”

Dalia MAYA Köşe Yazısı
18 Mart 2015 Çarşamba

Halılarını dürüp dürüp gidiyor insan. Evde konuştuğu lisan sokakta konuştuğundan farklı ise, iki ayrı lisanda aynı yürek dile geliyorsa... Halılarını dürüp gidiyor. Eski bir iskeleden binip bir vapura gidiyor. Gittiği adres meçhul. Daha doğrusu adres belki belli ama gidilen yer meçhul, sıklıkla bambaşka bir lisanın konuşulduğu yepyeni topraklar, eğer varılabilecekse, varılan yerde yaşanılacaklar meçhul, yaşam meçhul. Üstelik ne kadar gitse de; kalın, görünmez halatlarla bağlı kalıyor ayrıldığı topraklara... 

Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde bir apartmanın tavan süslemesindeki deniz/dağ manzarası gibi bilinmez uzak ve tanınmaz. Ne gittiği yerin, ne ayrıldığı vatanın insanı artık o. İskelenin gıcırtıları bu gidişe yürek yakan bir ağıt. Ve farklı lisanlar da konuşsalar evlerinin mahremiyetinde, farklı lisanlarda da yazılsa düşünceleri, aynı yürek konuşan:

Kâh bir çocuğun kaleminde “okulun ilk gününde, herkesin evde farklı bir lisan konuştuğunu var saymıştı. Tüm ailelerin kendilerine ait, sadece aile içinde konuştukları gizli ve özel bir lisanı olmadığını öğrendiğinde şaşırmıştı.

Kâh sanatçı Kapwani Kiwanga’nın dilinde “Yokluk (obje ve referansların yokluğu), boşluk değildir.”  Zira aynı sergideki bir diğer sanatçı, Judith Raum’un dediği gibi “Tarih, dokunulabilir, kavranabilir, yapılabilir, üretilebilir.”

Ve yaşamlar, göçler, etnik kimlikler, tehcirler... Didem Pekün’ün eserinde düşündürdüğü gibi bir zar atımı sonrasında şekillenmekteler. Bazan tamamen bireye dair, bazan toplumsal...

Farklı coğrafyalarda zar atıldığında sınırın ne tarafında olunduğuna dair şekillenen bir yaşam. Sınırın bir yanında iseniz bir kimliğiniz var. Okula yazılmak için uydurma bir isme ihtiyacınız yok ya da çocuğunuzu babasının gerçek adıyla yerle bir hastanede doğurabilirsiniz. Öte tarafta, bunların her birinden ve daha çoklarından mahrum bırakılabilirsiniz.

Salt Beyoğlu’nda; yankıları halen süren ve bugünü şekillendiren tarihsel dönüşümlerin, travmatik deneyimlerin ve toplumsal geçişlerin etkisinde üretilmiş sanatsal ifadeleri izliyorum. Yüzyılların Yüzyılı sergisinde farklı coğrafyalardan sanatçıların farklı travmaların etkisinde, geçmiş ile bugün arasında kurdukları köprülerin sanata yansımasının izini sürüyorum. Travmaların, yaşama ve olaylara bakıştaki ötekileştirme ve güç savaşlarının sonucu ortaya çıktığını düşünüyorum. 

Daha geçtiğimiz Ocak ayında gazetelere ve Şalom’a da çıkmış bir haber düşüveriyor aklıma. İngiltere’nin en büyük yayınevlerinden biri, Harper Collins, Ortadoğu’da İngilizce eğitim yapan okullar için basıp gönderdiği dünya atlaslarında İsrail’i haritadan silmişti. Sonra özür diledi. Ancak özür, durum farkına varılıp medyaya düştükten sonra geldi. Zira, kanımca, yayınevinin yeni durumda hissettiği kaygı, o atlası o şekilde basarken hissettiği kaygıdan farklı değildi: tamamen ekonomik sebepler. Özür dilerken bu şekilde basılan atlasları satıştan geri çektiğini de duyuruyordu ama ya o güne kadar satılanlar?

Harper Collins’in gafı bu konuda ne ilktir ne de son olacaktır. Arap ülkelerinde birçok kitap, yöneticilerin işine gelmeyen bilgileri içermeyecek şekilde basılıyormuş. Yalnız Arap ülkelerinde mi? Dünyanın dört bir yanında tarih, güç erkinin istediği şekilde yazılıyor.

Güç erki, kendi çıkarını devletlerin önüne koyduğunda ve dahi devlet güçlerini insanın önüne koyduğunda sonu gelmeyecek bir yanılsamadan başka bir şey değil bu. Ve bu yanılsama maalesef birliği değil düşmanlığı besleyen bir yanılsama.

Oysa ne değişiyor? Kars’ta dizlerimize kadar kara gömülmüş sonsuz beyazda dolaşıyoruz. Doğanın temiz havasını doluyoruz. Müslüman’ı, Hristiyan’ı, Musevi’si aynı aşk halinde dolaşıyoruz. Sohbet ediyoruz yöre halkı ile.

Evet, Türkiye sınırları içindeyiz. Ama bu sınırların şu sohbet halimizde yok ki yönetimsel, ekonomik ve milli güç dışında bir anlamı. Anlam daha çok haritadan silinmenin içindeki düşmanlığın dışa yansımasında. Sınırın hangi tarafında olunduğunda. Yetişen nesillerin körleşmesinde. Körleştikçe hiddetle dolmasında. Ta ki mesela Nijerya’da Boko Haram kisvesi altında ya da Batı’da Paris’te bir mizah dergisinin ofisinde, bir kaşer süpermarkette, Yüzyılların Yüzyılı sergisinde öğrendiğimiz üzere Hindistan’daki Bangladeş anklavlarında bir kimliği bile olmadan yaşayanlar için ya da 1900’lü yılların başında Maji Maji savaşlarında Afrika kıtasının en büyük isyanı süresinde, 6-7 Eylül olaylarında İstanbul’da ve daha nicelerinde Yaradan’ın yaratmaya layık gördüğünü, Yaradan’a rağmen, ama onun adıyla katletmeye kadar... 

....

Sonra bir gün, -şanslıysak eğer- o kör gençler ötekini bulur karşılarında. Eğer sorgulamaya hazırsa, sorar: “Sen de kimsin?” Öteki de hazırsa sıyrılmaya düşmanlığından ya da daha hafif tabirle soyunmaya ötekiliğinden, gülümser: “Ben yıllardır yaşıyorum burada. Gel, biraz demlen, çay da var.

Ancak insanlar hazır olduğunda toplumlar hazırlanacaklar. Ve ancak toplumlar hazır olduğunda gerçek bilgisiyle donanacak tüm kitap ve haritalar.

O zamana kadar, daha çok kaşıklarız bizler bu temcit pilavlarını, daha çok tartışırız, sergileriz, izini süreriz yaşananların, travmaların.  Daha çok yıkarız evlerimizi,

-sanatçı Hera Büyüktaşçıyan’ın eserinde simgelediği üzere- halılarımızdan tekneler yapıp, hayat kurtarmak için!

***

Yerim kısıtlı, yine de değinmeden geçemeyeceğim. Kadına karşı şiddetin gölgesi altında Kadınlar Günü’nü kutladığımızın hemen ertesi günü dünya yelkenciliğinin önemli bir ismini yitirdi dünya kadınları. Dalgaların prensesi olarak tanınan, yıllardır bütün denizlerde yelken açmış olan Florence Arthaud Fransız Survivor’ı Dropped’un çekimleri için bulunduğu Arjantin’de bir helikopter kazası sonucunda, henüz 57 yaşında, hayatını yitirdi. Arthaud 1990’da Atlas Okyanusu’nu tek başına aşma yarışını kazanmıştı. Şöyle yazıyordu Fransız basını ölümünün ardından: “Enerjik karakteri, dürüstlüğü ve kararlılığı birçok kadının gündelik hayatta olduğu kadar sportif alanlarda da erkek egemenliğinin sınırlarını aşmak üzere bayrağı taşımasına ilham oldu.” Gittiği yerde de burada olduğu gibi, kadının önünü açmaya devam edecektir mutlaka. Kazada Arthaud ile beraber ikisi ünlü Fransız sporcu toplam on kişi vefat etti.  Ruhları şad olsun.

 

Meraklısına not:

Yüzyılların Yüzyılı sergisi Salt Beyoğlu’nda 24 Mayıs’a kadar izlenebilir.