‘SELOCAN’A SORULAR!
Bu hafta siyaset yazmayı çok istedim aslında. HDP’ye soracaktım. Selahattin Demirtaş iyi konuşuyor ancak biraz da icraat vaat etse diyecektim. Barajı aşmaya çalışan liseli kitle partisi gibi değil, iktidara ortak olmayı madde madde somutlaştıran mezun olmaya hazır bir Türkiye partisi olsa… Diyecektim de diyecektim. Ama biraz daha beklemeye kararlıyım. Duyanlar duymayanlara anlatsın. Kürt siyaseti ve çözüm arayışlarının da ötesine geçebilecek çapta bir parti arıyor insanlar. HDP hazır mı? Nisan sonuna kadar bütün havayı koklayıp, aldığım cevapları ve hava durumunu sizlere uzun uzun yazmayı planlıyorum.
Her seçim için “Türkiye’nin kaderini belirleyecek” denir ama bu kez seçimler, hepimizin kaderi olacak. Bu viraja dönmeden son mola saydığım Mart 2015 yazımı, hâlâ neşeyle ve gururla sunarım.
***
ASEKSÜEL MİGREN
Meşhur sahnedir. Karı koca yatağa girer. Uyuma anına geçilmeden, yatakta sessiz bir tedirginlik vardır. Odanın çiçekli perdeleri bile nefesini tutmuş görünür adama. Kadın ise ‘perdeleri yenilemenin zamanıdır’ diye geçirir içinden. Adam ürkütücü sessizlikten umutlanmışçasına bir hamle yapar. Yorganda belli belirsiz kıpırtılar görünür. Sonra sahne kopar… Tam o anlarda iki el silah sesi duyulur.
Kadının migreni, kafasının içinde büyük bir gürültü kopararak yatağa dalmıştır!
Ağrı, ilişkinin kıskanç erkeği gibi aralarına girer. Üzerlerine çöker. Adam mücadelesini bir gölgeyle yaptığının farkına varmak için yıllarını verdiğini hatırlar, hüzünlenir. Muhatabı, en olmadık anlarda beliren bir baş ağrısıdır. Çözüm bulmak ister ancak migrenin aralarına ayrılmamak üzere çöreklendiğini anlaması birkaç yılına daha almıştır. Çare bulmayı ümit ederken, migrenin karısına tutkuyla bağlı olduğuna karar verir. Yenilmiş hisseder. Ardından içini büyük bir suçluluk duygusu kaplar. Karısını bir migren kadar sevememiştir.
Karısı ise migrenin keyfi kaçmasın diye kendi keyfinden çoktan feragat etmiştir. O da migrenine tutkuyla bağlıdır. Ve artık sabahların günaydını varsa, gecelerin başını ağrıtan migren rutindir.
Aslında olay birkaç yıl önce bir aşk yazarının, köşe yazısında açık vermesiyle başladı. Tuhaf bulduğum içerikte, yazar migrenden dertli olduğunu uzun uzun anlatmış, hayatını nasıl etkilediğini yazmıştı. Migrenli günlerindeki çaresizliğine ballandıra ballandıra düzdüğü methiyeler dikkat çekiciydi.
Sonra birçok örnekte olduğu üzere; ülkede migrenli kadınlar rüzgârı esmeye başladı. Kimi başka köşe yazarı kadınlar “ben de migrenim” diye atıldı. Kötü bile olsa, popüler olanın başına geldiyse, elbet bize de nasip olmalı dürtüsüyle artan kadınları saymaya başladım! Uzun bir listeye erişmişken, kendisini farklı bir yoldan legalize etmeye çalışan tuhaf hareket, kafamdaki sorularla zaman aşımına uğramıştı.
Uzman birinin sözlerine kulak verene kadar!
Amerikalı uzman, TV’de detaylarıyla anlatıyordu. Cinselliği, günah yahut yanlış olarak görüp, kendisini yatakta özgür bırakamayanların hastalığıymış! Kendi duvarlarının içinde sıkışarak, kasılanlara olurmuş. Kadın erkek fark etmiyormuş!
‘Erkekler derin sularda boy vermez’ denir. Bu konuda çıt çıkarmamışlardı. Migren olduklarını göğsünü gere gere ilan eden kadınları aklıma getirdim. İstemeden bir an hepsini yatakta ekşi yüzleriyle hayal ettim. Düşüncelerin, kaygıların kol gezdiği bir yataktan, cinselliğin koşarak kaçtığını anlamak zor olmadı.
Sonra kendimize ne çok duvar ördüğümüzü hatırladım. Kimi çevrelerde az bilenin ‘Kezban’, kimileri için ise biraz meraklı olanın, ‘yollu’ falan dendiği yer nihayetinde. Dolayısıyla bazı kadınları migrenlikten firijitlik uçurumuna iterken, kız ve kadın arasına hapsettiğimiz tek göz odada yaşıyor kadınlar.
Kendi arzularını en az bir kez, kazara bile olsa doyasıya yaşayamayan kadının, topluma kazandırdığı çocuklar da, kendilerini içlerinde bastırıp, iç sıkıntısıyla doğup, büyüyorlarmış! Uzmanın görüşüne göre, genetik bağlarımızın problemleri, hep başka bir tatminsizliğin sonucuymuş. Yani üç nesil önce tatmin olmayan büyük büyük babaanneminiz iç sıkıntısı, bizim genlerimizde hapsolmuş olabilirmiş…
Üzerine epey kafa yorsam da, Türkiye için bu kadar derin bir sorgulama yapmak çok zorlayıcı geldi. Sonunda çemberi daraltmaya karar verdim ve tek soruyla boğuşuyorum.
Dünyada hazzın kaç çocuğu var?
Bizim gibi acılardan beslenen toplumlarda, hazlar yetim yahut hiç doğmamış olmalı!