İnsanın, ‘kararında’ bile olsa edinmemesi gereken bazı karakter özellikleri vardır; tam aksine, kişi kendini karşı uca konumlandırmalıdır. Bu özelliklerden biri, kendini beğenmişliktir.
Kendini beğenmişlik ve kibrin karşı ucu nedir peki? Tevazu, alçakgönüllülük, öyle değil mi sevgili okurlar? Mesele şu ki, mütevazı olmak da yetmez. Tora, yaşamış en büyük insan olan öğretmenimiz Moşe için sadece alçakgönüllü olduğunu yazmakla yetinmez; Moşe ‘çok alçakgönüllüdür’ (Bamidbar 12:3). Bu yüzden bilgeler bize şöyle emreder: “Son derece mütevazı olun” (Pirke Avot 4:4).
Bilgelerimiz başka ne der? “Kendini beğenmiş bir kalp, Tanrı’yı inkâr eder.” Tora’nın yazdığı gibi: “…Ki kalbini kibre kaptırıp Tanrın Aşem’i unutmayasın” (Devarim 8:14; Talmud Sotah 4b).
Açılış cümlelerimiz yine Maimonides’e (Rambam) ait ve konumuz yine ‘her şeyin kararı’ ya da ‘orta yol’. Ancak anlamış bulunuyoruz ki, kendini beğenmişliğin orta yolu yok.
Rambam şöyle devam ediyor: Kendini beğenmiş kişi, Tanrı’yı ‘unutur’. Nasıl mı? Kendinizi dünyanızın merkezine oturtursanız, Tanrı’ya pek az yer bırakırsınız. Çok güzel işler gerçekleştirebilir, büyük iyilik edimleri yapabilirsiniz ancak Tanrı’ya değil, kendinize hizmet edersiniz. Tanrı’nın onurunu yüceltmek yerine, egonuzu şişirirsiniz. Talmud, bu tür kişilerin, Tanrı için ne kadar şey gerçekleştirmiş olurlarsa olsunlar, yargıdan muaf tutulmayacağını belirtir (Sotah 4b).
Talmud ayrıca şöyle yazar (5a): “Tanrı, kibirli kişi için der ki, ‘Ben ve o dünyada barınamayız.” Neden? Çünkü dünya yeterince büyük değil, sevgili okurlar. Dünyanın merkezinde ancak bir Varlık bulunabilir. Ya Tanrı’ya hizmet edersiniz, ya da kendinize. Bunun orta yolu yoktur.
Hayat, kendini beğenmiş için yaşanır değildir çünkü en hafif rüzgâr bile dengesini bozar; başarısızlığa uğrayabileceğini kabul etmez, kendini hep haklı görür. Eleştiriye kapalıdır. Kibirli insan öğrenmeye ihtiyaç duymaz, her şeyi bilir çünkü. Sahip olduğu her şeyi kendi aklı, zekâsı ve çabasıyla elde etmiştir. Öyle sanır.
Buna karşılık mükemmel olmadığını bilen kişiyi sarsmak daha zordur. İnsandır, insanca zayıflıkları vardır. Hata yapabileceğini kabul eder ve yaptığı yanlışlardan öğrenir. Yeteneklerini gözünde büyütmez.
Sahip olduğumuz, maddi, manevi, ne varsa, Tanrı’nın bize armağanıdır. Bunların O’nun istediği şekilde kullanmalıyız. Aşem’in bahşettikleri yüzünden kendimizi beğenmeye koyulursak, O’na ait olanı alır ve kendimizin olduğunu iddia ederiz. Ne kadar anlamsız, değil mi?
Etrafımıza bakacak olursak, ne çok kişinin bu yanılgı içinde olduğunu görürüz. “Bu evi ben yaptım, bu serveti kendi tırnaklarımla kazıya kazıya elde ettim, kendimi ben yetiştirdim, ben hayat üniversitesinde okudum, bu çocuklar benim, tıpkı bana çektiler…”
Meşhur bir espri vardır: “Tevazu gösterme, gerçek zannederler” diye. Söylemesi hoştur ama tam olarak ne kastettiğini düşünür düşünürüm, yine de çıkaramam. Bir insanı mütevazı sanmanın nesi kötü? İşin tuhafı Rambam da aynı fikirde. Ona göre bilge kişi, ılımlı şekilde alçakgönüllü olmalı! Cevap basit aslında. Kendimiz hakkında kişisel tutumumuz ile toplum içindeki davranışımız arasındaki ayrımı belirlemeliyiz. Kendi kendimize ya da Tanrı’nın huzurunda iken, aslında ne olduğumuzun bilincinde olmalıyız. Başkalarına kıyasla daha zeki ve yetenekli olabiliriz ama bunlar, biz çaba sarf etmeden Tanrı’nın bize verdiği armağanlardır. Ne var ki, toplumdaki yerimizi de bilmeli, kendimizi ona göre taşımalıyız.
Talmud (Sotah 5a) bir Tora âliminin “sekizde birin sekizde biri kadar” gururlu olması gerektiğini yazar. Eğer kendinizin ve öğrettiğiniz Tora’nın ciddiye alınmasını istiyorsanız, bir Tora âlimi gibi davranmalısınız. Aslında öğrenme ve öğretme yeteneğinizin Tanrı’dan geldiğini biliyorsunuz. Ancak öğrencilerinizin, onların üstadı olduğunuzu bilmesi gerek. Dikkatlerini çekebilmeli, gelişmelerini gözetmeli, Tora’ya ve onu Veren’e saygı duymalarını sağlayabilmelisiniz.
“Her şeyin kararı” kolay değil sevgili okurlar. Ancak aklımızda tutmamız gereken, dünyanın merkezinde olmadığımız ve dünyada, Tanrı’ya yer bırakmamız gerektiği. Aşem’in Eli hep üzerinizde olsun.