Beşiktaş'ın Avrupa Ligi'nde son on altıda, ekonomik olarak kendisinin yarı değerinde olan Club Brugge'e her iki maçta da yenilip elenmesi futbolda ümitleri yeniden "bu sene olmadı fakat önümüzdeki yıl çok farklı olacak" noktasına taşıdı.
Gazetelerde "Maçın skorunu biliyor" diyen analistlerin, maç öncesi "Destan yazacağız" ya da "Kupa göründü" diye manşet atanların, maçın ertesi günü heyecanları kursaklarında kaldı. Bu arkadaşlar sanki hiç bu iddialı sözleri söylememişler gibi "maçta şu futbolcular hata yaptı" diyerekten günlük yazılarına devam ettiler, hayal dünyalarına geri döndüler.
Hiç lafı dolandırmadan çok açık ve net ifade edeceğim: Türk futbolu 15 sene evvel ulaştığı başarıya bir daha ulaşamayacak!
Kaleci Tolga Zengin'i, kendi taraftarı en kritik maçta, oyun devam ederken neden yuhalar? Sonuçta "İnsandır, hata yapar" diye bir söz var. Makine oynamıyor orada. Milyonlar kazansalar da 20’li yaşlarında gençlerden bahsediyoruz.
Sorun, orada Tolga'yı hatasız oynama psikolojisine sokan, maçı izleyen taraftarı "Sen dünyanın en büyük havalimanına sahip olacaksın. Bugüne kadar hep seni sömürdüler. Artık o düzen değişti. Bugünden itibaren sen sömüreceksin" ruh haline sokan ego satıcılarıdır!
Maçı tribünde izleyen taraftar arkadaş, maalesef stadyuma birileri tarafından güdülenmiş ve şişirilmiş olarak gidiyor. Bütün gün maçın skorunu bildiğini iddia edenleri, destan yazanları, kupayı ufukta görenleri, dünyanın en büyük akvaryumunu, havaalanını, lahanasını okuyor. Okudukça analiz yeteneğini kaybediyor, heyecanlanıyor, egosu şişiyor. Akşam da okudukları gerçekleşmeyince sinirleniyor, vuruyor, kırıyor, sahaya iniyor, dövüyor.
Çünkü okuduklarının temeli yok! Aslında kaybetmeye mahkûm!
Pasolig, Akbil, Mavi Kart... Tüm önlemleri alsanız da işe yaramaz çünkü kural koyucular da, bu yazıyı yazan bendeniz de, "Dünyanın en büyük havalimanını yapacağız" benzeri temelsiz, güzel hayallerle örülmüş pembe bir dünyanın parçalarıyız.
Hayatım boyunca Avrupa Kupaları'nda bütün maç çok iyi oynayıp son dakikada gol yiyen ve elenen Türk futbol takımlarını seyrettim. Benim babam da öyle, benim babamın babası da! Bunu tersine çeviren birkaç örnek vardı: 1999 yılının Galatasaray'ı, 2002'nin milli takımı, 2013'ün Fenerbahçe'si.
Ortak noktaları neydi: Teknik direktörler bu ego satıcılarıyla muhatap olmuyorlardı. Dikkatleri işlerindeydi. Örneğin Terim o dönem kulüp kapısına adam yaklaştırmadı. Şenol Güneş de aynı şekilde. O kadar ki yazacak bir şey bulamadılar, Güneş'in saç modelinin ne kadar demode olduğunu yazdılar. Aykut'un ise bu ego satıcıları hakkındaki düşünceleri suratından belli.
Dolayısıyla bunlara malzeme vermeyince, oyuncuları da bunlarla muhatap etmeyince işe konsantre olmak daha kolay oluyor, millet işini yapıyor.
Ego satıcılarının çok daha az ilgi gösterdiği alanlara "Dünyanın En Büyük Havaalanı", "Türk'ün Türk'ten Başka Dostu Yoktur", "Bu İşin Arkasında Hep Faiz Lobisi" masalları doğal olarak daha az nüfuz ediyor. Bu alanlarda dolayısıyla millet sadece işine bakıyor ve başarı geliyor: Kadınlar basketbol, kadınlar voleybol, Euroleague, Eurocup, Çağla Büyükakçay, Marsel İlhan! Futbolda hayal dahi edilemeyen başarılara neden diğer spor dallarında ulaşabiliyoruz?
Sonuç olarak demek istediğim şu:
Gereksiz egolardan kaçınıp işimize bakmamız lazım. Sadece biat edilmesi istenen toplumlar dünyanın en büyük muzu, lahanası, havaalanı gibi temelsiz işlerle uğraşır, ego şişirir, hayali düşmanlar yaratır. Yüzyıl geçse de bu toplumların son dakika golleri yeme kaderleri değişmeyecektir. Maradona gelse bu kaderi çeviremez!
Hâlbuki dünyada fark yaratan, ipleri elinde tutan, başarıdan başarıya koşan toplumlar dünyanın en büyük ve en adil eğitim hamlelerini yapar. Halkına adil bir biçimde nitelik katar. Böylece maçta daha az koşar, son dakikada golü atar, kupayı ufukta görür, az lafla çok iş yapar.
Büyük düşünür Gary Lineker'in şu meşhur sözünü gelin bizler de biraz düşünelim: "Futbol, 22 kişinin 90 dakika topu kovaladığı ve sonunda her zaman Almanların kazandığı bir oyundur."