ABD kurdu kuzuya teslim etti

Alber NASİ Köşe Yazısı
8 Nisan 2015 Çarşamba

İsrail ve Netanyahu’nun bütün çabalarına rağmen ABD ile İran, İran’ın nükleer programı konusunda anlaştı. Anlaşma ve görüşmelerde ABD ve İran dışında Fransa ve Rusya gibi farklı ülkeler de yer aldı ancak herkesin bildiği gibi önemli olan ABD’nin bu konuda ikna olmasıydı.

İran ile yapılan anlaşmaya İsrail’in yanı sıra Suudi Arabistan da karşıydı ama neticede ABD her iki müttefikini de dinlemeyerek çerçeve anlaşmayı imzaladı.

ABD’nin siyasi planını anlamak son derece güç. Ambargo ve siyasi baskıların yıkamadığı ‘devrim muhafızları’ denetimindeki molla rejimini Cumhurbaşkanı Ruhani’nin yumuşak tavırlarla yıkması mı bekleniyor?

Kimi analistler söz konusu anlaşmanın İran’ın üzerinde SSCB’nin daha önce maruz kaldığı etkiye benzer bir etkiyi yaratarak İran’da rejim değişikliğine gidebileceğini öne sürüyorlar. Hatırlanacağı üzere, SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov, ABD Başkanı Ronald Reagan ile nükleer silahsızlanma programına imza atmıştı. Silahsızlanma anlaşması Sovyet halkı üzerindeki düşman algısının değişmesine sebep olmuş, Gorbaçov’un cesur adımları ile başlatılan bu süreç sonucunda SSCB bir anda dağılmış ve en nihayetinde rejim değişmişti.

Buna benzer bir durum İran’da da yaşanması düşünülüyor. Ancak İran İslam Cumhuriyeti gibi rejimi birden fazla kurumla korunan ve hem coğrafi hem de mantalite olarak dışarıya kapalı bir ülkenin SSCB’de yaşandığı gibi radikal bir değişime gitmesini beklemek oldukça zor. Kaldı ki Devrim Muhafızları’nın beğenmediği hiç bir adayın ne Cumhurbaşkanlığı ne de parlamento üyeliğinin kabul edilmediği İran’da Cumhurbaşkanlığına Ruhani gibi daha ılımlı bir liderin getirilmesinin planlarını gerçekleştirebilmek, ekonomisini derinden etkileyen uluslararası yaptırımlardan kurtulabilmek için bir Acem oyunu olmadığını kim iddia edebilir, kanıtlayabilir? Kaldı ki İran’da dini lider cumhurbaşkanının üstündedir ve o halk tarafından seçilmez.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken İran’ın nükleer programı ile ilgili çerçeve anlaşmanın ekonomik boyutuna da göz atmak gerekir. An itibariyle zaten düşük seyreden petrol fiyatlarının daha da düşmesi, buna bağlı olarak enerji, nakliye, hammadde ve yarı mamullerin daha da ucuzlaması kaçınılmaz. Petrol fiyatlarındaki bu ucuzlamaya bağlı olarak özellikle ekolojik, çevreci, düşük enerji sarfiyatlı ürünlerin, sözgelimi hibrid arabaların önümüzdeki birkaç sene içerisinde satılması daha da zorlaşacak.

İran’ın uluslararası sisteme dahil olması ile şu an tabi olduğu ekonomik yaptırımların azaltılması veya kademeli bir şekilde kaldırılması İran petrolünü piyasaya sevk edecek ve talep değişmezken arz arttığında petrol fiyatının düşüşü engellenemeyecek. Bu durumda ucuz petrol mevcutken çevreci yatırımlar azalacak, temiz, yenilenebilir enerji gibi kavramlar gündem dışı kalacak. 

Burada amaç eski teknolojileri üçüncü dünya veya gelişmekte olan ülkelere sonuna kadar satmak mı? Yeni teknoloji ürünleri üretenleri zorlamak mı? Bu soruların cevabını göreceğiz. Öte yandan elbette ki enerjide dışa bağımlı olan ülkeler geçici de olsa düşük enerji fiyatlarından yararlanarak bir avantaj sağlayabilirler. Çevreciler ise finansmansız kalabilir.

***

Geçtiğimiz cuma akşamı bir bakıma Yahudilik dininin başlangıcı sayılan Pesah (Hamursuz) Bayramı’nı kutladık bir kez daha. Mısır’dan çıkış ve İbranilerin esaretten kurtulması bir kurtuluş gibi görünse de aslında nesiller sürecek ‘Yahudi olmanın çilesinin’ başlangıcıdır aynı zamanda Yahudiliği kan yoluyla geçen herkes ruhunda ister istemez bu çileden bir parça taşır. Bu çileden parçadır bizi farklı kılan, hayata bağlı tutan. Çünkü Yahudi kültüründe ve dininde en önemli amaç ne olursa olsun hayatta kalmaktır.

Bu sebepledir ki her kutlamamızda, düğünde, bar-mitzva töreninde veya bayramda kutsal şarabımızı içerken Lehayim! (Hayata!) deriz.

Ve umutsuzca hayata içenler ile ölüme ant içenlerin barışmasını bekler dururuz.

Hag Sameah.