İtirafname

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
8 Nisan 2015 Çarşamba

Bir süre önce, ‘Keskin sirke küpüne zarar’ başlıklı bir yazı yazmış ve öfkelenmeyi artık bırakma kararımı açıklamıştım, sevgili okurlar. Soranlarınız olabilir, sigarayı bırakmak gibi öfkeyi bırakmak mı? Aynen öyle. Sigarayı çok içerken sekiz yıl önce bırakmış bir kişi olarak, öfkeden de vazgeçebileceğimi düşünmüştüm. Sigara gibi, öfke de bana zarar vermeye başlamıştı.

Vicdanıyla sorun yaşayan bir kişiyim. Hazret biraz fazla geveze… Vicdanım yani. Hayatımda gereğinden çok yer kaplıyor ve kuruntuya yol açıyor. İnsanın kendini tanıması kadar iyi bir şey var mı? Başımı yastığa koyduğumda, sadece şükredecek konularımın olması gerekiyor. Gerçi itiraf ediyorum, bugünlerde şükredemiyorum. Oysa her şeye rağmen şükredecek çok şeye sahibim.  Aşem beni affetsin, O’nu koşulsuz çok severken, bütün kalbim, bütün ruhum ve bütün varlığımla; O’nun verdiği ve vereceği bütün sınavları sevgiyle kabul ederken; birden öyle bir ‘duvara’ çarptım ki, feleğim şaştı. İçimde Aşem’e karşı bir çekingenlik baş gösterdi. Hani Tora ‘dehşetli Tanrı’ diye yazar ya, o dehşeti tanıdım. Oysa öte yandan, O, neylerse güzel eyler, biliyorum ama başıma gelenin güzelliğini henüz göremiyorum.

Ruh halimi, yaşadığım üzüntüyü yazılarımda sizlere yansıtmamaya çok gayret ediyorum. Sonuçta bu köşe benim değil, sizin. Ancak Pesah’ın yaklaştığı günlerde kaleme aldığım bu yazı, bir tür itirafname oluyor. Bayram geliyor, hem de özgürlük bayramı, sevinemiyorum. Tek düşündüğüm, bir yaşlılar Seder’inde Agada’yı baştan sona götüren Hayim’in gitmiş olması… Kim Omer sayacak? Mitsva’ları sevinç ve coşku ile kim yerine getirecek?

Şabat günü Hayim’i Tora’ya kaldırdıklarında koşarak gidermiş. Bilmeyen biri ona “koşma, koşma,” demiş. Anlatmaya çalışmış Hayim ona, ‘aliya’nın ne kadar büyük bir onur olduğunu ve koşarak gitmek gerektiğini. İnsan Tora’nın çağrısını ağırdan alır mı? Dur şöyle ekâbir gibi gideyim… 

Yazılarımı yazarken Hayim’in yanımda oturduğunu hissediyorum. Çok severdi benimle birlikte çalışmayı. Hissettiğim, hayatın gerekleriyle ilgili bir eksiklik değil. Sonuçta uzun yıllar boyunca iş hayatında bulundum. Para işlerinden de anlarım, eve tamirci getirmeyi de bilirim. Benim bedenim bir yana, ruhum yalnız kaldı. Hayim sürekli okur ve neredeyse öğrendiği her satırı benimle paylaşırdı. Bana şimdi kim öğretecek? Ruhumu kim Tora ile besleyecek?

Benliğimi şimdiki gibi kaplayan çekingenliği üstümden atmama kim yardım edecek? Hayim gitmeden bir iki gün önce, ne olduğu anlaşılmayan ve sadece zaman zaman beliren rahatsızlığı yüzünden üzüldüğümü görmüş ve bana şöyle demişti: “Ne diye endişeleniyorsun? Her şey O’nun Elinde. O nasıl karar vermişse, öyle olacak.” Kendini Aşem’e böylesine teslim etmiş bir kişinin şimdi iyi olmaması mümkün mü? Ben inanmak istiyorum ama dediğim gibi, çekiniyorum.

Sizlerle tuhaf gibi görünen bir olayı paylaşmak istiyorum. Evimize her hafta temizlik yapan bir kadın gelirdi. Hayim gitmeden bir hafta kadar önce kadına, bundan böyle on beş günde bir geleceksin demiş. Kadın bana anlattı, Hayim’in öyle düşündüğünden hiç haberim yoktu, ‘aldırma ona’ dedim. Ama Hayim gitti, aradan bir iki hafta geçti ve evde yapılması gereken işler o kadar azaldı ki, kadına ben kendim artık on beş günde bir gel demek zorunda kaldım. Kendisi de aynı fikirdeydi zaten. Hayim’i andık birlikte.

Psikologlara göre normal bir yas altı ay sürermiş. Hayim gideli üç ay oldu. Üzgünüm, durgunum ama ilk günlerdeki kadar kederli değilim. İstanbul usulü her ay limud (mevlut) yapıyorum. Bana en büyük teselliyi verecek olan, onun ‘iyi’ olduğunu bilmek. Bunu da ancak hissedebilirim. Bir de Aşem’e karşı koşulsuz güvenimi yeniden kazanmak ve çekingenliğimi üzerimden atmak istiyorum. Onu eskiden olduğu gibi, bütün kalbim, ruhum ve varlığımla sevmeye devam ediyorum tabii.

Sizi üzdüysem, özür dilerim. Senelerce birlikte pek çok şeyi paylaştık. Bu durumumu da sizlere itiraf etmek, boynumun borcu gibi geldi. Koşulsuz inanan birinin çekingenliği…

Öfkeden ne zaman söz edeceğiz peki? Ay sonunda.

Özgür ve mutlu olun.