Gallup araştırma sonuçlarına göre devrim sonrası yüzde 68’lerde seyreden Muhammed Mursi hükümetine verilen destek, darbe öncesinde yüzde 29’a gerilemişti. Dahası, ülkenin bütçe açığı Temmuz-Kasım 2012 döneminde evvelki yıla oranla yüzde 38 artmış, işsizlik yüzde 8,9’dan yüzde 12,4’e yükselmişti (Bloomberg, 24.12.2012).
Eylül 2011, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Arap Baharı turu kapsamında Mısır’a yaptığı ziyarette yeni yönetime bir dizi öneride bulunmuştu: “Ben Mısır’ın laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir…Mısır’ın modern bir devlet olabilmek için yapması gerekenler var. İnsan kaynaklarının doğru yönetilmesi, eğitime daha fazla önem verilmesi, finansal kaynakların yönetiminin geliştirilmesi ve yolsuzlukla mücadele…”
“Başka ülkelerin deneyimleri Mısır’da taklit edilemez” diyerek telkinleri savuşturan Müslüman Kardeşler Sözcüsü Mahmud Gozlan, Türkiye’yi şeriatı ihlal etmekle suçlamış, hatta hareketi temsil eden Özgürlük ve Adalet Partisi’nin Başkan Yardımcısı İssam el Eryan, “Türkiye’yi ve Erdoğan’ı saygın liderler olarak hoş karşılıyoruz fakat onun veya ülkesinin tek başına bölgeye önderlik edip geleceği şekillendirebileceğini düşünmüyoruz... Değişim devrimlerden sonra demokratik olarak içten gerçekleşmeli” demişti. Ne var ki tarih farklı gelişti.
Mısır’ın seçimle işbaşına gelen ilk sivil hükümeti, gücü eline geçirir geçirmez, demokrasiye geçiş adı altında mutlak iktidarı pekiştirecek, muhalif sesleri kısacak düzenlemelere yöneldi. Deneyimsizliğin sonucu, gerek ekonomi gerekse siyasette işler sarpa sardıkça, alınan tedbirlerin dozu arttırıldı. Seçim sonuçları çoğunluğun azınlığa tahakküm etmesinin bir aracı olarak görüldü. Hükümet kararlarına anayasal dokunulmazlık getirilmesi, atanmış kurucu meclisle hazırlanan anayasa taslağı ve tepkilere rağmen referandum ısrarıyla uçuruma doğru tam gaz yol alındı.
Gallup araştırma sonuçlarına göre devrim sonrası yüzde 68’lerde seyreden Muhammed Mursi hükümetine verilen destek, darbe öncesinde yüzde 29’a gerilemişti. Dahası, ülkenin bütçe açığı Temmuz-Kasım 2012 döneminde evvelki yıla oranla yüzde 38 artmış, işsizlik yüzde 8,9’dan yüzde 12,4’e yükselmişti (Bloomberg, 24.12.2012). Soli Özel’in pazar günkü yazısında vurguladığı gibi şayet 30 Haziran’da Mursi seçime gitme kararı almış olsa, belki de doğal yollarla koltuğu bırakacaktı. Ancak Mursi iktidarı, 3 Temmuz 2013’de Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el Sisi tarafından sonlandırıldı. Geçtiğimiz cumartesi de hakkında idam cezası kararı çıktı.
Demokrasi ve insan haklarına saygının bir gereği olarak hem darbelere hem de idam cezasına karşı olmayı ahlaken doğru buluyorum. Ömrünü doğal yollarla tamamlamayan iktidarların darbeyle önünün kesilmesi, mağduriyet söylemi üzerinden yeni mitler yaratıyor ve çoğu zaman hak etmedikleri şekilde kahramanlaştırılmalarının da önünü açıyor.
Öte yandan darbe sonrası girişilen güç mücadelesi darbeye zemin hazırlayan sorunları çözmediği gibi; liderleri saf dışı etmek, hareketin temsil yeteneğini yıpratsa da fikirleri yok etmeye yetmiyor. Siyasi tabana yönelik toplu sindirme yöntemleri husumeti körüklüyor. Bastırılan her ne ise, uygun zamanda daha güçlü bir şekilde geri dönüyor. Darbeler çoğu zaman karşı darbeleri doğuruyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da Mursi için verilen idam cezası kararına tepkisini net bir biçimde ifade etti. Sisi hükümeti kısa sürede darbenin izlerini silerek, uluslararası kamuoyunda kendine yer edindiğinden, eleştirilerinin hedefinde Batı vardı. Oysa Körfez ülkelerinden kayda değer bir kınama çıkmadığını not etmek gerek.
Hatırlanacak olursa, darbenin ardından Sisi yönetimine destek verenlerin başında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn geliyordu. Suudi sermayesinin Mısır’ı finanse ettiği malum. Mart 2014’te bu üç ülke, Katar’ı terörizme destek vermekle suçlayıp elçilerini geri çekmişler, ülkeye sığınmış olan Müslüman Kardeşler liderlerinin bir kısmı gönderildikten sonra elçilerini tekrar yollamışlardı. Hatta Aralık 2014’te Doha’da gerçekleşen Körfez İşbirliği Konseyi’nde (KİK) Sisi’nin siyasi programına tam destek kararı alınmıştı.
Sünni Blok projesinin temellerinin atıldığı söylenen Erdoğan’ın Riyad ziyaretinde Kral Salman’ın görüştüğü diğer lider Sisi’ydi. İki ülkenin ziyaret tarihi ‘tesadüfen’ çakışmıştı. Son günlerin en sıcak konusu ise, Suudi Arabistan-Türkiye ve Katar’ın işbirliğinde Suriye’ye olası bir ortak operasyon düzenlenmesi.
İdam kararına yönelik sessizliği bu bağlamda değerlendirirsek, Müslüman Kardeşler hareketinin İran tehdidine karşı gözden çıkarıldığı sonucuna varabilir miyiz? Soruyu Doha’da Körfez ilişkileri üzerine çalışan araştırmacı Emrah Usta’ya yönelttim. Kendisi Katar’ın Sisi hükümetiyle diplomatik ilişkileri kesmeksizin Müslüman Kardeşler konusunda arka planda siyasetini sürdüğünü ve prestijini zedeleyen noktalarda ödün vermesine rağmen, Müslüman Kardeşleri terk etmediğini belirtti. Usta’ya göre, her ne kadar Emir Tamim sessizliğini korusa da, Katar’da ikamet eden Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Yusuf el Karadavi’nin karara tepkisi hassas dengeler gözetildiğinin kanıtıydı.
Mursi’nin idam cezası Müftü’nün fetvasını beklerken, infaz kararının iç ve dış siyasette bir koz olarak kullanılma olasılığı daha kuvvetli görünüyor.Tabi bu arada, 7 Haziran’da oy kullanacak Türk halkının Mursi’nin akıbetini belirleyeceğini öğrenmiş olduk.Görünen o ki, tek başına kalmak pahasına Müslüman Kardeşleri savunmak adeta milli meseleymişçesine sahipleniliyor.Verilen mesajların da alıcısı zaten içeride.