Defterini açtı notlarına göz attı. Yazacaklarını bilmiyordu, kırmızı kalemtıraşıyla önce kalemini keskinleştirdi. Sonra defterinin sol üst köşesine adını yazdı. Açtığı sayfanın sağ üst tarafına da iki yıldız karaladı. İkincinin yıldızın yanına nokta koydu. Birazdan sınıfa gelecek öğretmenin, en sevdiği ikinci öğrencisiydi. İlki kimdi ondan da emin değildi. Ama ikinci hissetmeyi kendi içinde adil bulurdu.
Defterini açtı notlarına göz attı. Yazacaklarını bilmiyordu, kırmızı kalemtıraşıyla önce kalemini keskinleştirdi. Sonra defterinin sol üst köşesine adını yazdı. Açtığı sayfanın sağ üst tarafına da iki yıldız karaladı. İkincinin yıldızın yanına nokta koydu. Birazdan sınıfa gelecek öğretmenin, en sevdiği ikinci öğrencisiydi. İlki kimdi ondan da emin değildi. Ama ikinci hissetmeyi kendi içinde adil bulurdu.
Saçları uzun değildi, kahverengi gözleri sıradandı. Üstelik kafasından kıvırcık kıvırcık fırlayan tellerini elinde olsa tek tek düzeltirdi. 8 yaşındaki bir kıza verilecek izin değildi, kuaföre gitmek. Çareyi, teneffüs aralarında ellerini ıslatıp, saçlarını yapıştırmaya çalışmakta bulmuştu. Annesi saç jölesi kullanmasına izin vermez, üstelik saçının uzamasına da müsaade etmezdi.
Öğretmeni, onun adını söylerken sanki başka türlü bir isim işitirdi. Bir tek sözlüye kalkarken isminin söylenişini severdi. Onun Lale deyişini farklı bulurdu.
Ailesinin ikinci çocuğuydu. Abisinden sonra Lale’yle çocuk işine nokta koyan ailesi, iki çocuğu için elinden geldiğince gayret gösteriyordu.
Lale’nin en sevdiği elbisesi, annesinin geçen ay diktiği kolsuz olanıydı. Lacivert elbisenin önüne uzun sarı saçlı bir kız işlemişti, annesi. Tam da Lale’nin olması gerektiği gibi… Lale böyle derdi.
Annesi komşuya anlatırken duymuştu, abisine hamileyken her gün sevdiği artistin resmine bakmış. Kıllı olan herkese gözünü kapamış, ayıya bile bakmamış. “ya ben!” diye düşünürdü, Lale. Annesinin aynı özeni kendisine neden göstermediğini sormak istemişti. Annesinin, kendisinden daha güzel olmasını istemediğini bile düşündü.
Ya babası? Onun da ikinci çocuğuydu.
Kendisinden beş ya büyük abisinin hayatı planlanırken, henüz onu düşünen olmamıştı. Evde varlığını fark eden kedisi Tekir’den başkası değildi. O da tam evde yaşıyor sayılmaz. Bahçe duvarına tüneyen kediyi tek besleyen Lale’ydi. Aralarında yemekle başlayan dostluklarında kedi için de ikinci miydi? Emin değildi.
Hep ilkinden sonra gidilen yön, tercihten sonraki talihi yol yahut bir uçtan sonra dönüşteki garanti olduğunu sandı. Kendisini böyle hissetmesi 17 yaşını alana dek sürdü.
O yaz liseyi yeni bitirmiş, ailesinin öğütlediği gelecek planlarına kafa yorar olmuştu. Ancak dengeleri sarsan haber kısa zamanda büyük bir gürültü kopardı. Uzaktan kuzen sayıldığı, akrabalarının 24 yaşındaki kızı evden kaçmıştı. Lale, aralıklı yapılan toplantılarda bütün sülaleyi, kaçan kızı yeren konuşmalardan takip eder olmuştu. Ölmeden, dedikodu mezarına koydukları kız için söylenenlere şaşkındı. Ailesini dinlememiş, evden kaçmıştı. Elbette sonu kötü olacaktı! Acımasızca dökülen kelimelerin her birinin duvardan çarparak kafasına isabet ettiğini hissetti. Bir dolu kadının olduğu odalarda nefes almakta güçlük çekti. Hepsinin üzerine sinen, geçmişlerinin tarif edilemez ağır bir kokusu ve derin öfkeleri vardı. Lale, onları yamyamlara benzetti. Ortada harladıkları görünmez kazana Arzu’yu atmış, öfkeleriyle onu yakıyorlardı. Arzu’nun uzaktan bu kadar öfkeyi hissedip hissedemeyeceğini merak etti. Kendisi öfkeli odalarda daha fazla kalamadı. Nefes almak için sokağa çıktı. Kaldırıma otururken kuzeniyle olan günlerini hatırladı. Çok değil daha birkaç ay önce annesi, onu “keşke kuzenine benzesen biraz” diye yermişti. Onun gibi yemek yapmasını, öyle giyinmesini tembihlerdi. Evde iş yapmadığı zamanlarda Arzu önüne çıkarılırdı. Annesi, “bak Arzu’ya! Camları siliyor, evi süpürüyor, yemeği yapıyor” diye sıralar, başının etini yerdi. O yüzden Arzu’nun kaçışı, aileleri daha büyük bir öfke seline kaptırdı. Kimi kadınlar ise Arzu’nun koyduğu iradeye içten içe kızgındılar. Onlar yapamamıştı. Arzu, onlara da bilmeden meydan okumuş, kendilerine olan kızgınlıklarını su yüzüne çıkartmıştı.
Bir kişinin gidişinin yadırganmasının altından nice derin yaraların kabukları sökülmüştü. Kimsenin diyemedikleri, içinde dalgalandıkça herkes, öfkesinin adını Arzu diye zikretti.
Lale, büyük öfkelerini anlamaya çalışıyordu. Aklına televizyondan izlediği haberleri getirdi. Ama Egeli ailesinin, kuzeninin peşine silahla düşmeyeceği kesindi. Hayal kırıklığı yaratan Arzu’dan, şimdi de tüm ümitlerin kesilmesi adil değildi. Hatta akrabalardan biri kucak açacak olursa, o da yok sayılacaktı. Fikirlerin keskinliği, her şeyi bıçak gibi ortadan ikiye bölmüştü. Lale, öncesi ve sonrası denen aldanmayı, ilk kez ete kemiğe bürünen keskinlikte gördü. Hiç sevmediğini hissetti.
Aradan geçen birkaç günün ardından Lale’nin telefonu tanımadığı bir numarayla çalıyordu.
“Lale sen misin?”
İhtimal vermemişti. Evde birilerinin duymasından endişe ederek, kısık bir sesle;
“Arzu” diyebildi.
Lale şaşkındı. Tüm sülale toplansa, böyle bir durum için hiç birinin aklından geçmezdi. Aradığı ikinci olmaktan şüphelendi. Belki de birinin telefonunu soracak diye geçirdi içinden.
Arzu, evde çok önemli eşyalarının olduğu bir kutudan bahsetti. Onları alması için güç bela Lale’yi ikna etti. Bir gün sonra ikisinin de bildiği ortak bir yerde buluşmak üzere sözleştiler. Bu sorumluluğu can sıkıcı bulan Lale, garip bir şekilde Arzu’ya yardım etmek isteğine de engel olamadı. Bir durumu ilk bilen, tek olmaya alışkın değildi. Tüm sülalede başka kimseyi arayıp aramadığını hala merak ediyordu.
Annesiyle beraber Arzu’ların evine yaptıkları ziyarette, bir bahaneyle girdiği Arzu’nun odasından istediklerini çantasına attı. Annesi, Lale’yi geride kalanların halini görsün diye getirmişti, kızı ise gidene destek sağlamak için evde son kalanları da süpürdü. Çelişkinin şahidi olmadı.
Ertesi gün Arzu’yla buluşan Lale, bir tanıdığa görünme endişesiyle gergindi. İçini açmadığı, açarsa şahit olacağına inandığı kutuyu Arzu bir çırpıda araladı. Kimlik, pasaport, evraklar her şey yerli yerindeydi. Bu kutu olmasa şehir dışına bile çıkamayacakken, Arzu’nun özgürlüğünü verdiğini gördü. Evden kaçması yüzde elliyse, ona getirdiği evraklar da kalan yüzde elliydi.
Lale, o an kendisini de evden kaçmış saydı. Ama yine ikinci olmuştu. Arzu’ya döndü. Nereye gittiğini sordu. Arzu, ailesinin izin vermediği okulun evraklarını gösterdi. Burs kazandığını, yurt dışında bir yerlerde hayatına devam edeceğini öğrendi.
İlk kez, ikinciliğin kendi hayat çizgisini yeniden belirlediği tek bir çizgi attı, yaşamına. Eve döndü. Ailesinin kendisi için tasarladığı gelecekle işe başladı. Israrla ona geçmişi aktarmak isteyenlerden hiçbir şey istemeden 18 yaşına geldiğinde o da kaçtı.
‘Uluyu dinlemeyen ulur kalır’ sözüne inat kendi yollarını çizdiler.