31 Mayıs, Mavi Marmara olayının yıldönümüydü. Geride bıraktığımız beş yılda çeşitli adımlar atılmasına rağmen Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir türlü istenen normalleşme sağlanamadı. Hatırlarsak, Mavi Marmara sonrası Türkiye’nin İsrail’den üç talebi olmuştu: Özür dilenmesi, olaylarda hayatını kaybedenlerin yakınlarına tazminat ödenmesi ve Gazze’deki ablukanın kaldırılması. Başkan Barack Obama’nın arabuluculuğu sayesinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu telefonda özür dilemiş, Gazze’deki ablukayı gevşetecek birtakım adımlar müzakere edilirken (inşa edilmesi planlanan hastane ve sınırdan inşaat, gıda, ilaç gibi malzemelerin geçişinin rahatlatılması gibi), tazminat için de rakamlar üzerinde neredeyse anlaşmaya varılmıştı. Ancak 2014 yazında patlak veren Gazze Savaşı tarafları başladıkları noktanın da gerisine savurdu. Özellikle lider bazında İsrail yönetimini Nazilerle eş tutan sert söylemler ilişkilerin dondurularak rafa kalkmasına neden olmuştu.
Filistin meselesinin Türkiye-İsrail ilişkilerinin yumuşak karnı olduğundan yola çıkarsak, İsrail’de uzun pazarlıklar sonucu mayıs başında kurulan yeni hükümet, koalisyon ortaklarının aşırı sağ ve milliyetçi çizgide olmalarından ötürü ikili ilişkilerin geleceği açısından çok da umut vaat etmiyor. Yeni kabine, Batı Şeria’daki yerleşimler, İsrail’in Yahudi devleti niteliği, barış görüşmeleri veya Hamas’la diyalog gibi birçok konuda daha sert ve uzlaşmaz görüşlere sahip. Ancak böylesi bir yaklaşımda diretilmesi, Filistin Yönetimi, Mahmud Abbas liderliğinde, uluslararası kamuoyunda meşruiyet alanını genişletmek için mücadele verirken, İsrail’in izole olma riskini beraberinde getiriyor. Başbakan Netanyahu’nun seçimler öncesi iki devletli çözümü toprağa gömen, seçim sonrasında ise aynı hızla mezardan çıkartan açıklamalarını bu bağlamda değerlendirmek lazım.
En son Vatikan ziyaretiyle birlikte dünyada Filistin’i tanıyan ülkelerin sayısı 135’e ulaştı. Öte yandan, İsrail’e yönelik boykot, tecrit ve yaptırım hareketi de zemin kazanıyor. Batı Şeria’daki yerleşim birimlerinde üretilen malların AB pazarlarına özel etiketlerle sunulması için hazırlık yapılıyor olması Başbakan Netanyahu’yu da endişeye sevk etmiş olacak ki geçtiğimiz hafta AB Dış Politika Şefi Federica Mogherini’ye müzakerelerin yeniden canlandırılmasını arzu ettiğini belirtmiş ve Batı Şeria’da İsrail’e bırakılacak yerleşim bölgelerinin sınırlarının belirlenmesini teklif etmiş. Burada isteyen İsrail’in Batı Şeria’dan toprak talebini, isteyen de yerleşimlerin nihayetinde duracağı bir sınırın kabulünü görmekte serbest.
Kerry planının başarısız olmasının yarattığı bezginlik sebebiyle ABD, İsrail-Filistin sorununa mesafeli yaklaşırken, Washington’ın bıraktığı yerden görevi Paris devralmış gibi görünüyor. Fransa barış görüşmelerinin yeniden başlaması için diplomatik girişimlerde bulunurken bu kez hem BM gibi uluslararası kurumların hem de Körfez ülkeleri gibi bölgesel aktörlerin desteğini arkasına alarak tarafların üzerindeki baskıyı artırmaya çalışıyor. Bu bağlamda Fransa’nın önümüzdeki sonbaharda BM’ye sunmayı planladığı tasarı 1967 sınırlarını baz alarak toprak takası, Kudüs’ün ortak başkent olarak tanınması ve İsrail’in Yahudi devleti kimliğinin kabulünü öngörüyor. Detayların müzakere edilmesi için de 18 aylık bir süre tanıyor taraflara. Dolayısıyla oldukça sonuç odaklı.
Son dönemde sıkça gündeme gelen diğer bir konu ise Gazze’ye yönelik ambargonun yumuşatılması. Gazze’deki savaşının sona ermesinden bu yana BM ve Katar arabuluculuğunda İsrail ile Hamas arasında bir mesaj trafiği yürütülmekte. Buna ek olarak doğrudan görüşmeler olduğu iddiaları var ki, taraflar bir reddediyor, bir doğruluyor. Tartışmanın özü Gazze’nin içinde bulunduğu sefaletten nasıl çıkacağı. Yüzde 44’ü işsiz, her türlü altyapıdan mahrum, elektrik ve içme suyu sıkıntısı çeken halkın nefes almasını sağlayacak bir proje olarak Gazze limanının açılıp açılmayacağı üzerinde duruluyor. 19 Mayıs’ta Haaretz Gazetesi’ne de yansıyan haberler, projenin Gazzelileri kıbrıs ve Türkiye limanları üzerinden dış dünyaya bağlayabileceğine dikkat çekiyor.
Halihazırda bir süredir inşaat malzemelerinin geçişi dahil olma üzere, İsrail sınır kontrolünü epey gevşetmiş durumda. Anlaşılan bu kez ablukanın kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan Gazzelileri büsbütün şiddete yönlendirdiğinden hareketle, kazan-kazan taktiği değerlendiriliyor. İsrail’e roketlerin durması karşılığında gelecek ekonomik kazanımlar belki de daha kalıcı bir barışın zeminin hazırlar.
Türkiye-İsrail ilişkilerine geri dönersek, liman projesi hayata geçirildiği takdirde Türkiye’nin taleplerinden biri daha yerine gelmiş olacak. Üstelik de prestij hanesine puan yazılmış olarak. Bakalım iktidar ortağı olmak, uluslararası kamuoyunun baskını hisseden İsrail hükümetinin şahinlerini biraz olsun ılımlaştırabilecek mi? Her halükarda seçimler sonrası, gerek İsrail-Filistin barış müzakerelerinin dirilme olasılığı gerekse ablukanın gevşetilmesi için müzakere edilen perde arkası girişimler Türkiye-İsrail ilişkileri için yeni bir dönemin başlayabileceğine işaret ediyor.