7 Haziran seçimleri sadece bir partinin zaferi değil, şimdiye kadar gerçek renkleriyle kendilerini ifade edemeyen ‘azınlıkların’ da geleceğe dair umududur. Şüphesiz meclise giren tüm azınlık milletvekilleri sadece Ermeni, Süryani veya Alevilerin değil, eşit vatandaş olarak yaşama adına Yahudilerin de umudu olmuştur. Siz hiç barajı geçtikten dakikalar sonra ‘Musevi’ vatandaşlarımıza da teşekkür eden bir parti başkanı tanımış mıydınız?
Bir toplumun azınlıklara bakışı nasıl değişir? Uzun yıllardır yerleşmiş düşünce kalıplarının, ötekileştirilmenin, kısaca bize dayatılan gerçekliklerin sorularımıza cevap vermediği anlaşıldığında bakış açılarımızı değiştirmek zorunda kalırız. 7 Haziran seçimleri sadece bir partinin zaferi değil, şimdiye kadar gerçek renkleriyle kendilerini ifade edemeyen ‘azınlıkların’ da geleceğe dair umududur.
Pazar günkü seçimlerin Türkiye’de yaşayan azınlıklar için anlamı, o hep özlediğimiz ‘Türkiye mozaiğinin’ yeniden inşa edilebileceğidir. 1955 yılından beri ilk kez meclise üç ayrı partiden Ermeni vatandaşlar aday gösterilmiş ve hepsi de girebilmiştir. Onca bilgi eksikliği, dezenformasyon ve kendi toplumlarına rağmen ‘Incognito’ olarak addedilmiş bu adaylar şimdi geride kalanlara cesaret vermiştir. Şüphesiz meclise giren tüm azınlık milletvekilleri sadece Ermeni, Süryani veya Alevilerin değil, eşit vatandaş olarak yaşama adına Yahudilerin de umudu olmuştur. Siz hiç barajı geçtikten dakikalar sonra ‘Musevi’ vatandaşlarımıza da teşekkür eden bir parti başkanı tanımış mıydınız? Peki ya, ona verilen oyların ‘emanet’ oylar olduğunun farkında olup her seferinde buna vurgu yapabilecek cesarette bir lider? Selahattin Demirtaş’a ilk kez oy veren o çoğunluk, kendi tabanına rağmen, onun değişime olan kararlılığına inanmıştır. Bu değişim yalnız Kürt meselesi, terörün durdurulup kalıcı barış sağlanması değil, kadın cinayetlerinden, Alevi, Ermeni, Yahudi toplumunun sorunlarına kadar, tüm ötekileştirilen toplumların var olma mücadelesidir. The Guardian Gazetesi’nin ‘Kürt Obama’ başlığı ile bu zaferi duyurmasında görüleceği gibi HDP’nin barajı geçmesi ve parlamentoda temsil edilmesi gerektiğini düşünen seçmenler her şeyden evvel başkan Demirtaş’ın kullandığı ‘barış’ diline ve samimiyetine inanmışlardır. Daha seçim kampanyasının başladığı ilk günlerde basında bol bol görülen, hepimizin özlediği o modern aile fotoğrafı, “Ben onun eş başkanıyım” dediği Eş Başkan Figen Yüksekdağ ile kürsüye çıkışı, bazen sert ama onurlu çoğu zamanda ironi ile iktidar partisine seslenişi onun sadece bir toplumun değil, Türkiye’nin partisi olmaya aday olduğunu göstermiştir. Kimi ‘bizden biri’ gibi saz çalışını sevip oy vermiştir kimisi de kendisine ‘selfie’ çekelim diye senli-benli konuşan çocuğun sevgi ile başını okşayışını. Tıpkı etrafımdaki çoğu genç arkadaşım gibi göz ardı edilemeyecek bir Gezi gençliği oylarını emanet de olsa HDP’ye vermiştir. Hani oylar şuradan buraya kaydı deniyor ya, hayır gençlik oyunu bilinçle bir şekilde kullanarak bu seçimde ona bir şans vermiştir. Şüphesiz artık her Kürt’ü bölücü, Her Ermeni’yi hain, Her Yahudi’yi komplocu üst akıl görenler, öfke ve nefret dilinin hiçbir toplumda prim yapmadığını anlamalıdır. Halen 20 milyona yakın bir oy oranı ile temsil edilen bir partinin seçmenlerinin de bu barışa gönülden katıldığı, sorunların ve hassasiyetlerin hep birlikte ele alınıp, korkuları yenmenin ve biz olmanın zamanıdır.
Hiç çekinmeden söyleyeyim. Hani şu nefes alamadığımız, her sorunun arkasında Yahudi aranılan dönemlerde, bir gün bu ülkeden gitmek zorunda kalabiliriz diye düşünmüştük ya, 8 Haziran sabahına çoğu Türk Yahudi’si bir kez daha bu bayrağın altında kardeşçe eşit birer vatandaş olarak yaşayabilme inancı ile uyanmıştır. Son yıllarda, mevcut iktidar döneminde edinilen kazanımları göz ardı etmeden, gönül köprüleri, kardeşlik sofraları kurmanın zamanıdır artık. Son beş yılda toplum olarak uçlara itelenirken, ortak bir yas bile tutamamışken acılarımızı sarmanın, ortak sevinçlerin zamanıdır. Affedersiniz, biz 13 yıldır bir türlü kendini ifade edememiş, görmezden gelinen Ermeni, Yahudi, Rum, Kürt, Alevi bu ülkenin azınlıklarıyız. Ortak korkularımızı geride bırakıp ‘biz’ olmanın zamanı gelmedi mi artık?