Masallar, hikâyeler, fıkralar, kıssalar…
Bunlar yaşantımda her zaman yer alıyorlar. Okuyorum, dinliyorum, yeri geldiğinde anlatıyorum.
Eski çağlardan bu yana öyküler, bir konunun algılanmasında, insanları yönlendirmede, inançların pekiştirilmesinde, iletişimin güçlendirilmesinde her zaman etkili olmuşlardır. Tüm gelenekler, inanç sistemleri bu öykü ve alegorilerden yararlanmışlar, onların iletileriyle insanların kendilerini özdeşleşmelerini sağlamışlardır. Kutsal kitaplar içinde yer alanlar kadar, inanç önderlerinin ilişki ve yaşamlarını konu alan kıssalar kuşaktan kuşağa aktarılmış, bu örnekler doğrultusunda insanlar eğitilmeye çalışılmıştır. Bir konuyu anlatırken, kendimizi ifade etmeye çalışırken, yeni bir ürünü pazarlarken, sığındığımız bir hikâye sözlerimizi daha çok güçlendirmiş, etkisini arttırmıştır.
Bu girişten amacım, sözlü ve yazılı edebiyatın önemli bir türü olan öykü, fıkra ve kıssaların, yaşamın her alandaki yerini vurgulamaktır. Anlatmayı sevmesek ya da beceremesek bile, her birimiz bunları dinlemekten mutlaka keyif alıyoruzdur. Bu arada okuduğum bir kitaptan söz etmek istiyorum: Peter Guber’in, Hikâyen Varsa Kazanırsın. Kitabın alt başlığı da şöyle: Hikâyenin Gücü İle İkna Ederek Başarıya Ulaşmanın Yolları. Yazar bu kitabında, kendi iş yaşamından olduğu kadar, çevresinden de örnekler vererek müşterilerimizi, çalışanlarımızı, ortaklarımızı öykülerin gücüyle nasıl ikna edebileceğimizi ve nasıl başarılı olabileceğimizi anlatıyor. Kitabın son satırları şöyle:
“Teknoloji bizleri birbirimize giderek daha fazla yakınlaştırdıkça sanal deneyimlerimiz gerçek hayatımızı daha fazla etkileyecektir. En iyi strateji çok yönlü olup başarılı hikâye anlatma tekniklerini her iki dünyada da yaşamak, oynamak, öğrenmek ve başarılı olmak için kullanmaktır. Eğer tarih güvenilir bir yol gösterici ise, en ileri teknolojiler bile, kalbî anlatma tekniklerinin yerini asla tutamaz. Ve başarılı hikâye anlatma ebedidir.”
Aslında kitabın adı olan Hikâyen Varsa Kazanırsın sözleri, yazarın tüm söylemek istediklerini özetlemektedir.
Öyküler bizi düşünmeye yönlendirdiği kadar, yüreğimize dokunarak duygusal yanımızı da etkiler. Kendimizi kahramanlarının yerine koyarak sanal bir bağ kurar, onlar gibi mutlu olur, üzülür, acısını anlamaya çalışır, iletilerimizi güçlendirmekte onlardan yakın destek ve yardım alırız.
Sözlerimizi bir öykü ile sürdürelim:
Baba ile oğul bir yolda yürüyorlarmış. Derken büyük bir taş çıkmış karşılarına. Oğlan babasına dönüp, “Sence bütün gücümü kullanırsam, bu kayayı yerinden kıpırdatabilir miyim?” diye sormuş. “Bütün gücünü kullanırsan, eminim yapabilirsin,” demiş babası. Oğlan kayayı itmeye koyulmuş. Kendini alabildiğince zorlayarak, bütün gücüyle itmiş. Kaya yerinden kıpırdamamış. Cesareti kırılan oğlan, “Yanılmışsın. Bak işte yapamadım,” demiş babasına. Babası kolunu oğlunun omzuna dolayıp şöyle yanıtlamış: “Hayır, evlat. Sen bütün gücünü kullanmadın, benden yardım istemedin!”
Çoğu zaman ben de sözlerimi aktarırken öykülerin inandırma gücünden yararlandığımı, onlardan yardım aldığımı söylemek isterim.