“Herkesin bir planı vardır; ta ki ağzına yumruğu yiyene kadar.”
Sözün sahibi, tabiriyle de iç içe olan Mike Tyson. Yer verilen kitap ise Türkiye’de fazla tüketileceğine ihtimal vermediğim ‘Strateji’ ismiyle basılmış. Yazarı, Lawrence Freedman. Yayınevi olan Alfa bir kahramanlık örneği gösterip fazla satmayacağını bile bile 1000 küsur sayfalık kitabı basmış.
Özü, her canlının yaşamak için stratejiye muhtaç olduğu… Bu vesile ile anlatmaya tarih öncesinden yani şempanzelerden başlanmış.
İnsanların stratejileri, zaman ve mekân içerisinde pek değişmemiş. Kandırma ve koalisyon oluşturma türü şeylere ek olarak şiddetin araç gibi kullanılması hep mevcut. Sonra şempanzeler daha yakından incelenmiş. Aralarındaki koalisyon oluşturma ve güç mücadeleleri kesinlikle ‘politik’ sıfatı hak etmiş. Yani kısaca, şempanzelerin ani değişimle yıkıcı bir ortam yaratmadıklarını ve manevra kabiliyetleriyle dönüşümü becerdikleri anlatılmış.
Kitap “stratejik zekâyı, şempanzeler için de, insanlar için de, zor fiziksel koşullarda sağ kalma gereği kadar, karmaşık sosyal ortam içerisindeki karşılıklı etkileşimlerin sonucu olarak da gelişip evrimleşmiş olmak zorunda” diye tanımlıyor. Yani evrimsiz stratejiyi adamdan saymayan kitap, Machiavelli zekâsının evrimden bağımsız olmadığına göndermeler yapıyor. Düşünün, beyin vücut enerjimizin yüzde yirmisini tüketiyor. Oysa ağırlığı ancak vücudun yüzde ikisi kadar ediyor.
Karıncalar ise en savaşkan türlerden sayılmış. Onların dış politikası, “dur durak bilmez saldırganlık, yeni alanların fethi ve mümkün oldukça da komşu kolonileri ortadan kaldırmak” olarak tanımlanmış. Hatta karıncaların elinde nükleer silahlar olsaydı, dünyayı bir haftada yok edebileceklerine inanılıyor. Amansız, acımasız ve kaba kuvvetle yürütülen karınca savaşları bu sebeplerle hiçbir şekilde stratejik sayılmıyor.
Tüm bunların bizimle yahut stratejisi olmayan yolumuzla derinden ilgisi var. Önemli soru; bizde imzasız mektup gibi ortada dolaşan stratejilere ne oluyor?
Seçim oldu. Bitti. Ülkede keskin rüzgâr durur, hafif bir esintiyle dönüşüm olur sandık. Ne çare! Eski tas eski hamam…
Ülkemizde çoğulculuğun adresi yok. Evi yok. Hiç olmamış! Bir rivayete göre, Osmanlı’dan itibaren bu topraklarda yaşadığından bahsediliyor ama adresi sorsan bilen yok. En fazla buralarda derler! Yolda birilerini çevirsen, ‘şimdi buradan geçmişti, ben gördüm’ derler ama yine bulamazsın.
Çoğulculuk, ülkemize gelmiş gibi yapıp aslında hiç uğramamış! Benden duyun istemezdim ama acı haber, maalesef toprakların genetiğinde en mahalli tabirle, “dediğim dedik öttürdüğüm düdük”ten beş karış uzağa taşınmamış bir düstur hakimdi ve hâlâ hakim...
Bizi, “Nerde çokluk orada …luk” denen bir yerin ortak sesi mi olur diye eleştirenlere rağmen olmalıydı, diyemedik. Yani dedik ama lafta, fiilen olmadı. Ülkenin kaderi yer çekimine yenildi. Siz bunu yerinde saymaya bile devam edemeyecek olan ülke olarak da okuyabilirsiniz.
Normalde çoğulcu demokrasi elbette çoğunluk demokrasisinden daha iyidir! Ama normalde… Türkiye gibi bir ülkede çoğulculuğu bile uzlaşma değil çoklu ‘diktatörlük’ olarak algılayanlar, şimdiden hangimizin sesi daha gür çıkıyor yarışına girdi.
Bu yazı herhangi bir partiye değil, sisteme sitem dolu bir yazıdır, sevgili okuyucular.
Çoğulculuktan ne anlamışız? Başka bir ülkede en kaba tabiriyle “hey biz de buradayız!” anlamını taşır. Türkiye’de ise güç şimdi de bizde! Hadi bakalımcılardan öteye gidemiyor.
Kendilerinden farklı olmanın bu derece yerildiği bir nesille büyümekten yorulan bir kuşağım. Yeni nesil kesinlikle daha farklı ama ömür 200 sene değil! Muhatap olduğum kuşak birçok yerde iş başında ve hâlâ kendisinden farklılıkları hoş görmüyor. İşin daha da kötü yanı, eskiden şiddetle karşı çıkarken şimdi hoş gördüğünü söyleyip tam tersi davranıyor. Çoğulculuk hâlâ çoğu gazetelerde ve televizyonlarda barındırılmak istemezken siyasete hangi çehreyle mesaj veriliyor? Düşünüyorum. Ar damar perdesinde beliren derin yırtıklardan başka bir şey göremiyorum.
Etkin gördüğümüz her şeyi çıplak bırakan bir yer olduk. Kadını bel altılardan ve cinayetlerden öteye çekemeyen bir kadere gömüldük. Hatta kadından da geçtim, kafası çalışan kimseyi ortada bırakmadık.
Kendisiyle yüzleşmeyi sevmeyen milletler, her zaman gölgeleriyle savaşır. Sistemin içinde yer vermediklerimiz de bizim gölgelerimizdir, gün gelir ülke için bir şeyler yapmak yerine enerjilerini kendilerine fırsat vermeyenlere çevirirler. Tıpkı Türkiye’de bitmeyen bu saçma döngü gibi…
Ne maymunuz ne de karınca… İnsanız aslında az öteye gitsek!