Son yazımda ‘Sosyal medya ve azınlıklar’ konusuna değinmiş ve bu alanın ne denli önem taşıdığına ilişkin görüşümü belirtmiştim. Giderek kullanımı yaygınlaşan ‘Periscope’ sayesinde her birimiz birer canlı yayın kaynağına dönüşüyoruz. İletişimdeki bu hızlı gelişmeler demokrasinin de sınırlarını genişleteceğe benzer.
Ortaköy Sinagogu’ndaki iftar yemeğine katılamadım. Keza geçen hafta haberi gazetemizin manşetinde yer alan Edirne’deki dostluk sofrasında da bulunamadım. Ancak her iki olayı, ‘Osmanlı’da Yahudi Kıyafetler Sergisi’nin açılışını ve tüm konuşmacıları, okunan Şükür Duasını anında izledim. Nasıl mı, Yayın Yönetmenimiz İvo Molinas’ın Periscope’tan yaptığı yayın sayesinde…
Bundan tam bir ay önce ‘Teknoloji’ sayfasında yer alan köşe yazılarını ilgi ile okuduğum Haymi Behar; bu yeni uygulamayı şöylece tanıtıyordu: “ Periscope kabaca, şimdilik sadece iOS işletim sistemli mobil cihazlar üzerinden (iPhone, iPad) canlı video yayını yapmanıza olanak sağlayan bir uygulama. (…) Bir canlı yayın izlerken, yorum yaparak katılabiliyor ya da beğendiğinizi göstermek için ekrana dokunarak kalp gönderebiliyorsunuz.”
Özetle her birey küçücük telefon cihazı ile yayında bulunabilmekte ve bu yayın dünyanın her bir köşesinden izlenebilmekte. Gerçekten müthiş… Bu türden yeniliklere ancak belli bir süre geçtikten sonra adapte olduğum halde anında uygulamayı indirdim. Ne var ki pek fazla izleyicim olmadığından başlangıçta sükûtu hayale uğradım, bir de ABD’de olsun, Avustralya’da olsun kullanıcıların ‘ilk heves’ özellikle kendi çevrelerini veya anlamsız görüntüleri izlettiklerini gördüm.
Son başyazımda, ‘Sosyal medya ve azınlıklar’ konusuna değinmiş ve bu alanın ne denli önem taşıdığına ilişkin görüşümü belirtmiştim. Her ne kadar Edirne’den gerçekleştiren yayın az sayıda bir izleyici kitlesi tarafından izlenmiş ise de bu enstrümanın yaygın bir kullanıma eriştiğinde son derece işlevsellik kazanacağına inanıyorum.
Kısa bir süre önce bitirdiğim ve herkese önerebileceğim Zülfü Livaneli’nin ‘Konstantiniyye Oteli’ adlı romanın bir yerinde Tanrı, ölüm, ruh konusunda şöyle bir diyalog geçiyor: “ Hani şu telefon var ya, sim kartını çıkarırsan ne olur, ölür değil mi? İşte telefon beden, sim kart ise ruh. Bu kadar basit işteeeee. (…) Ha bir de ‘service provider’ var ya! İşte o da Tanrı sinyal göndererek sim kartıyla telefonu canlandırıyor, istediği zaman da kesiyor.”
“Teşbihte hata olmaz” diye bir söz vardır. Bu deyiş bütün benzetmelerin doğru olduğunu değil, benzetme yaparken hata yapılmaması gerektiğini belirtmek için kullanılır. İnsan yaşamının derin felsefi anlamının böylesi basite indirgenerek açıklanmaya çalışılması ne denli doğru bilemiyorum, ama çağımızda teknoloji ve iletişimin düşünce yapımızdaki etkisini gözler önüne sermesi yönünden ilginç bir yaklaşım yine de...
140 kelimede derdini anlatma, kısa mesajlarla haberleşme alışkanlıkları ne yazık ki yazın yaşamını ve yazılı basını da etkiliyor. ‘De’, ‘da’ eklerinin yanlış kullanılmaları bir yana, insanların artık blok halinde upuzun paragraflık yazıları okumadıkları da bilindiğinden, konuşulur gibi yazılan, okumadan da edemediğim Ahmet Hakan türü kısa kısa cümleler ile ifade edilen köşe yazıları aldı yürüdü.
Önümüz yaz, yine de göreceli olarak daha fazla kitap okunan bir dönemdeyiz. Gözlem Yayınları’nın bu yıl bastığı ve nerdeyse tükenmek üzere olan ‘Melnitz’ adlı romanını henüz okumadıysanız tavsiye ederim. 11 Şubat tarihli başyazımı salt bu kitaba ayırmıştım: Yahudi bir ailenin tarihini, 1871 ile 1945 yılları arasında, birkaç kuşağı kapsayacak şekilde aktaran ve okurken kendimizi yansıtan bir ayna karşısında bulacağımız bir eser.
Yine 2. Dünya Savaşı dönemine ilişkin bir kitap da ‘Paris’e Son Tren’. Avrupa’da dış haberler muhabiri olarak görev yapan ve ailesinin kendisinden gizli tutmaya çalıştığı bir gerçeği, yarı Yahudi asıllı olduğunu öğrenen Rose Manon’un öyküsü anlatıyor.
Haaretz Gazetesi yazarı, dünyaca ünlü, saygın bir gazeteci Ari Şavit’in pek çok ödülün yanı sıra 2013 yılında Economist Dergisi’nin yılın en kitabı olarak seçtiği ‘Vaat Edilmiş Topraklarım’ adlı araştırması ise; “Neden İsrail, İsrail nedir? İsrail olacak mı?” sorunsalına yanıt getirmeye çalışan ve önyargılardan arınarak sabırla okunması gereken bir yapıt.
Pek çoğumuzun koalisyon arayışlarına odaklandığı bu sıralar iyi bir yaz dileklerimle naçizane bazı kitap önerilerinde bulundum. Çünkü temel sorunlar bizler kafa yorsak da yormasak da ya bir çözüme ulaşacağı varsa ulaşır, çoğu zaman da öyle gelmiş böyle gider mantığı ile geçmişten dersler alınmadan çözümsüzlüğünü korur.
Bunca yıldan sonra her türlü ayırımcılığa, ötekileştirmeye, nefret söylemine şiddetle karşı olmama, gerçek demokrasiyi ve insanca yaşamayı savunmama karşın dünyayı değiştirmeyeceğimi anladım artık. Siz siz olun umudunuzu yitirmeyin yine de…