Başlığı ‘Kadınlar ve Erkekler’, yahut ‘Baylar – Bayanlar’ olarak atmayı çok isterdim. Ama gerçek bu değil. Peki, gerçek ne? Doğal olan, olduğu gibi olabilen, en dolaysız yol! Mistik filozof Simone Weil’in dediği gibi pütürlü olabilir ama doğası böyledir. Hoşluk olmayabilir ama coşku vardır…
Gelin 50 yıl öncesine gidelim. Bir yılbaşı gecesine…
“Yılbaşı gecesiydi, Fransız televizyonunda göründü. Her zamanki gibiydi. Mavi pantolonu, kazağı, kavruk saçlarıyla… Bir divana uzanmış, elindeki gitarın tellerine dokunuyordu. ‘Güç bir şey değil bu’ dedi kadınlar. ‘Ben de yaparım bu kadarını. Güzel bile değil. Yüzü tıpkı hizmetçi yüzü.’ Erkekler sanki gözleriyle yiyeceklerdi onu. Yine de burun kıvırdılar. Seyirciler içinde onu yalnız birkaçımız sevimli bulduk…”
Yukarıdaki kelimelerin sahibi olan kitap, 1950’lerin sonunda ‘Lolita Sendromu’ kapağıyla adından söz ettiren denemelerin arasına girdi. Yazarı 1960’lara boyun eğmeyen kadınları aşılayan bir aykırı; Simon de Beauvoir… Post-feminizmi, ete kemiğe büründürdüğü kadını ise Brigitte Bardot yani meşhur BB.
Aynı yılların kadın figürü olarak işaret edilen BB’yi, Simon de Beauvoir’la buluşturan ortak nokta; Brigitte Bardot’nun kadının bağımsızlığı ve cinsel özgürlüğün sembolü olmasına bağlıydı. Aralarında örülen ince ipi, örümcek kıvraklığında ağlara dönüştüren dürtü ikisinde de vardı. Mitleri yıkan kadınlardı.
Fransız entelijansiyasında ilgi çekmekte zorlanan BB, ‘kadın tarihinin lokomotifi’ hatta ‘İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa’nın ilk ve en özgür kadını’ unvanlarını, böylece Simon De Beauvoir’in kitabıyla kazanmış oldu. 1990’larda aktivistliğini konuşturdu. Ama bikiniyi popüler edişi daha fazla tartışılmıştı.
BB, “yüzünüz kırışmış” diyen gazeteciye dönüp “kalbim kırışmadı” dedi. Yazarı Simon’a hiç ihanet etmeden, tek estetik operasyonu geçirmedi. İki kadının çekimi ortamı daha fazla ateşlendirmişti. Beauvoir, erkekleri derinden sarsacak büyük cümleler kurdu. Fransız erkeklerinin gerçek yani doğal kadınlardan hoşlanmadığını savundu. Bizim dilimizle “Kadından ne anlarsınız” demişti, esasen.
BB’nin ise boyun eğen bütün simgelerden uzak, doğal bir kadın olduğunu yineleyerek taçlandıran Simon De Beauvoir kitabını, “BB olgunlaşsın ama değişmesin” diyen cümlesiyle bitirdi.
Kendimi 50 yıl sonrasına getirmekte zorlanıyorum. Yıl 2015! Bu kez yer Türkiye…
Israrla belli kalıplarda tutulan feminizm tartışmaları hâlâ başladığı yerde emin olun. Bugün ben diyen en özgür kadın bile çıkıp “Bu benim hayatım, böyle yaşarım” diyemiyor. Aslında diyor ama sözde işte… İçten gelmeyince kelimeler ne yapsın! Tıkanıyor bir yerlere… En aykırı görünen modernimiz bile düğün halayında kocayla yan yana normalleştiği için mutlu oluyor. Öyle çünkü…
Fakat daha önemlisi bizim cesur kadınlarımız var mı gerçekten? En ‘cesurumuz’ uçak kullandı. Sonra? Bilmiyorum! Kurtuluş Savaşı’ndan bahsetmiyorum, orada gerçekten cesur kadınlarımız olmuş. Öte yandan muhakkak özgün hikâyelere sahip kadınlarımız da var. Ama meselem ayakta kalanlar ya da kendi küçük çevresinde etkin olanlar değil! Kadınlık tarihimize lokomotif ekleyecekler nerede?
Hâlâ iki lokomotifiz. İki dudak arasında gidip geliyoruz. Kadınlar olarak sahiden uyuyoruz! Erkeklere boyun eğmeye çoktan razıyız. Yeter ki boyun eğecek biri çıksın! Daha kötüsü “böyle işte” diye kabullenmişiz. Sonra “senin sümük diye attığını eller simit diye kapar” diyen saçma sapan bir atasözümüz var! E belki o sümüğü simit zannediyordur! Niye o kapmasın diye tutmaya uğraşıyorum? Gözlemleye çalıştığım en önemli durum aslında başlığın ta kendisi. Yani biz kadınlar hâlâ lolitalık sendromu altında ezilmeye gönüllü olurken, erkekler de maçoluğun kokuşmuşluğunda ikamet ediyor. Böylece lolitaları idare etmek kolaylaşıyor, maçolar da zaten Simon de Beauvoir’a göre kadından anlamadığı için bu oyunu seviyorlar.
Lolitalık sendromu, içini açınca kendi halinde bile kalamamış. Lolitacılık; yani durumun vurguncuları diyelim ve köylü-lolitalar olarak başka damarlara da sızmış.
Sonucu şöyle olabiliyor: Akıl ötesi bir şekilde kamyona istiflenen kadınlar, bir bakmışsınız kaza sonucu ölmüş! Çünkü hiçbiri çıkıp “Bu kamyona binmem, ben kadınım, insanım. Beni bu kamyona layık görenler adam mı?” diye sormamış. Lolitalık böyle zaten dedirtmiyor, kim nereye çekerse misali…
Lolitalar ve maçolar cehennemi bir ülkenin çocukları, kardeşleri ve akrabalarıyız. Yolu diğer her meseleden geçenlere önce bu konuya acil bir durak inşaatı dilerim. Cenneti hâlâ annelerin ayakları altında ararken yolunu kaybetmişlere ise iyi haber, artık Yandex var!