Bir bayramı daha geride bıraktık. Bu bayramın da en sevindirici yanı hangi inançtan olursa olsun herkesin birbirini arayıp bayramlaşması, bayramını tebrik etmesi oldu. Bu topraklarda yaşayan herkesin böylesi mutlu günlerde her türlü farklılıkları aşarak kucaklaşması ne güzel…
Bu bayramda da trafik kazalarında yine yitirilen canların acısını yaşadık, tatil beldelerinin ve özellikle Adaların yandan giden görüntüleri karşısında bu doğal değerlerin hoyratça yok edilişlerini üzüntü ile izledik. Buna karşılık medya haberlerindeki hareketsizlik iyi geldi; bir süreliğine günlük gerilimli ortamdan sıyrıldık. Ve ne yazık ki haftanın ilk gününde Şanlıurfa Suruç’taki insanlık dışı katliam ile bir kez daha kahrolduk.
Bayramda, Hürriyet Gazetesi’nde yer alan; ‘Balıklı Rum’a bilirkişiden seçim raporu’ başlıklı ufacık haber ilgimi çekti. Rum cemaatinden dört kişinin 24 yıldır seçim yapılmayan Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’na karşı açtığı davada bilirkişi raporunda; görev süreleri dolan vakıf yöneticilerinin, yeni yönetmelik çıkarılıncaya kadar görevlerine devam etmelerinin hukuki dayanağı olmadığı belirtildi.
Ayrıca heyet, oy hakkı konusunda cemaat üyeliğinin o bölgede oturma kavramından bağımsız olarak, münhasıran vakıf hayratından fiili olarak yararlanma kriterine göre belirlenmesinin zorunlu olduğu ve vakıf hayratından yararlananlar topluluğuna dâhil her bireyin seçime katılma hakkı bulunduğu yorumunda bulundu.
Bu haber niye dikkatimi çekti, bizleri niye ilgilendiriyor diye soranlar olacaktır. ‘Vakıf hayratı’ da ne ki diyenler de…
Rum vatandaşların bir vakfında 24 yıldır niye seçim yapılmadığı tabi ki bir muamma ve bizleri de pek ilgilendirmiyor. Bilirkişi raporunda dile getirilen seçim bölgesi ile ilgili görüş bir yenilik taşımamaktadır. Şöyle ki, 2008 tarihli Vakıflar Yönetmeliği’ne göre, yeterli cemaat mensubu bulunmayan bölgelerde seçim yapılamaması nedeniyle vakıfların idaresinin Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmesini önleyen, seçim çevresi ile ilgili bir düzenlemeye yer verilmişti. Bu düzenlemeye göre; “Cemaat vakfı hayratının (sinagog, vs.) bulunduğu ilçe o vakfın seçim bölgesidir. Bu ilçede yeterli cemaat yoksa bu vakfın bulunduğu il seçim çevresi sayılır. Bu ilde de yeterli cemaat yoksa hangi ilde cemaat ilgilileri yoğunsa o il seçim çevresi sayılacaktır.”
Ancak ilgili yönetmeliğin 2013 yılında iptal edilmesi ve o tarihten itibaren -tüm verilen sözlere rağmen- yeni bir yönetmeliğin çıkarılmamış olması azınlık vakıflarında seçimlerin yapılmasını olanaksız hale getirmiş, büyük sorunların yaşanmasına neden olmuştur. Vakıf yönetiminin mahkeme tarafından belirlenmesi için pek çok dava açılmıştır. Yönetmeliğin bu denli geciktirilmesinin sebebini anlayabilmiş değilim…
Yukarıda sözünü ettiğim davada, görev süreleri dolan vakıf yöneticilerinin, yeni yönetmelik çıkarılıncaya kadar görevlerine devam etmelerinin hukuki dayanağı olmadığı yönündeki bilirkişi görüşünün kabul görmesi halinde, bu durum ile karşı karşıya kalabilecek vakıflar yönünden önemli sakıncalar oluşabilecektir.
Çok sayıda mülkü bulunmayan ve bu nedenle de vakıf sayısı sınırlı olan Türk Yahudi cemaati için konu şu açıdan daha fazla önem taşımaktadır: Bilindiği üzere Hahambaşının kendine danışman olarak müşavirler atayabilmek yetkisi bulunmaktadır. Müşavirlerin aldığı karar gereğince en önemli vakıf niteliğini taşıyan ‘Türkiye (Beyoğlu) Hahamhane Vakfı’ başkanlığına seçilen kişinin Hahambaşı Rav İsak Haleva tarafından müşavirler başkanı olarak atanması kabul edilmiştir. Bu durumda cemaatin oyları ile vakıf başkanı olarak belirlenecek kişinin, Hahambaşının onayı ile ‘defacto’ cemaat başkanı olarak da kabul görecektir.
Ne var ki son derece olumlu karşıladığım bu uygulamanın olmazsa olmaz koşulu Türkiye Hahamhane Vakfı seçimlerinin yapılabilmesi, dolayısıyla yönetmeliğin yetkili bakanlık tarafından bir an önce çıkarılmasıdır. Yine de demokrasilerde çareler tükenmez. Hayırlı olsun!