Her biri Nuh’un gemisi olan boyacı sandıklarına İstanbul sokaklarında rastlayamazsınız, ne yazık ki! Çünkü sandıkların üstüne simgelerle Nuh’un gemisi efsanesini yazan son usta Cemil Yıldız’ın ölümüyle bu gelenek sona ermiştir.
Sultan Reşat döneminde küçük buharlı gemilerde çalışan Rizeli Reşat Kaptan, yanına aldığı oğlu Cemil’i, Tahtakale’de Cideli Abdullah Usta’nın yanına çırak olarak verir. Abdullah Usta’nın yaptığı tavlaların ünü, İstanbul’da dilden dile dolaşmaktadır. Cemil Bey, kırk yaşına kadar tavla yapar. Dergâha girince, hocası zar atılan aleti yapmaması için onu uyarır. Cemil Usta, o günden sonra da boyacı sandığı yapmaya koyulur.
Yıldız Cıbıroğlu, Doğan Kardeş dergisinde çalıştığı yıllarda, öğle tatillerinde çektiği yirmi beş fotoğrafta yer alan boyacı sandıklarının sırrını araştırırken, Cemil ustanın oğullarına ulaşır. Celal Yıldız’ın, Yıldız Hanım’a anlattıklarından, babası Cemil Bey ve Mercan Usta’nın dışında, İstanbul’da boyacı sandığı yapan bir başka ustanın da varlığını öğreniriz: “Edirneli boyacılar bu sandıkların dışında sandık kullanmazlar. Ayakkabı boyacılarının en iddialıları daima Edirnelidir. Babamdan önce Sait Usta yapardı bu işi. İstanbul’da Sait usta ve babam bu işi sürdüren iki kişiydi. Edirneli Sait Usta Çingene’ydi. Cemal Gürsel Caddesi açılmadan önce Süleymaniye ile Tahtakale arasında bir Çingene Mahallesi vardı. Orada otururdu Sait Usta. Küçücük bir odası vardı, orada keserdi motifleri. Diğer Çingeneler bu işi bilmezlerdi. Sait Usta’dan önce boya sandığı üzerine hayvan motifi yapan Mercan Usta vardı. O Çingene değildi. Mercan Usta çok eski, ben ona yetişemedim.”
Sait Faik de, tıpkı Cemil Usta’nın oğlu gibi, Mercan Usta’yı anlattığı öyküsünü bu ünlü boya sandığı ustasını tanımadan yazmıştır… Ama Mercan Usta’yla yapılan bir söyleşi vardır! Bu hazinenin varlığından, Yıldız Cıbıroğlu’nu arayan Alpay Kabacalı sayesinde haberdar oluruz. Mercan Usta’yla söyleşiyi yapan, ressam Arif Kaptan’dır. 1938 yılında, S.E.S dergisinde yayınlanan söyleşide Arif Kaptan, Mercan Usta’nın yaşadığı yeri anlatırken, onun yaptığı ud kalıplarını bakın neye benzetiyor: “Bakırköy çarşısında, sobacı dükkânı üstündeki daracık odasında ak saçlı Mercan Usta, beni belki en yakın dostuna göstereceği misafirperverlikle karşıladı. Soba borusu gibi bir merdivenden yukarıya çıktık. Tek pencereden giren bol bir ışık; karmakarışık ve talaş kırıntıları ile dolu odasının duvarlarındaki Nuh’un gemisinin iskeletine benzeyen ud kalıplarını, tezgâhın altına tıkılmış lostra kutularını, hatta karanlık köşelerin çivi yaralarına kadar aydınlatmaya çalışıyor.”
Marangoz bir babanın oğlu olan Mercan Usta Bursalıdır. Padişah II. Abdülhamit döneminde kereste ticareti yapmak ister ama odunları çıta haline getirmek için kurduğu tezgâh ‘fabrika’ diye dönemin yönetimi tarafından elinden alınır. Baba mesleği marangozluğa dönen Mercan Usta’nın adı ud ve boyacı sandığı konularında giderek öne çıkar. Arif Kaptan’ın yaptığı röportaj, ne yazık ki, Mercan Usta’nın boyacı sandığı yapmayı ne zaman ve kimden öğrendiği konularında bilgi içermemektedir. Bu yüzden, boyacı sandıklarında hayat ağacına doğru yürüyen erkek ve dişi hayvan simgelerinin ulaşılabilen en derin noktası Mercan Usta olarak kalacaktır.
Mercan Usta, söyleşinin bir yerinde, ayakkabı kutularından çıkardığı hayvan motiflerini gösterirken, boyacı sandığı yapan bir Çingene’nin varlığından söz ederek şunları söyler: “Günahı boylarına, ben işlerini görmedim ama yaptığı kakmaların çabucak döküldüğünü söylüyorlar.”
Söyleşide adı geçen Çingene, Cemil Usta’nın oğlunun Yıldız Cıbıroğlu’na anlattığı Sait Usta’dan başkası olamaz. Mercan Usta’nın Cemil Usta’nın adını duymamış olmasının nedeni de, Arif Kaptan’ın söyleşi amacıyla Bakırköy’deki atölyesinin kapısını çaldığı 1938 yılının Cemil Usta’nın dergâha girmediği, üstünde zar atılan tavlalar yaptığı döneme denk gelmesidir.
Mercan Usta’nın atölyesi Bakırköy’de, gözlerden uzak bir yerdedir. Nuh’un gemisi efsanesinin sembollerle üstüne yazıldığı boyacı sandıklarının İstanbul’un uzak bir semtinde yapılmasının nedenini Mercan Usta şöyle açıklar: “İstanbul’da işlek bir yerde dükkân açıp çalışmak istemez miyim? Fakat buna cesaretim yok. Bir de dost düşmana karşı kepaze olmak da var. Müşterilerim fakir adamlar, nihayet pabuç boyayıp hayatlarını kazanıyorlar. Ne isteyebilirim ki onlardan? Geçenlerde bir boyacı geldi, kutu istedi. En sade bir boyacı kutusu için yedi lira idare edebiliyordu. Ne yapalım ki adamın cebinde üç lirası var. Babacığım, diyor, sana karımı kefil vereyim, paranın geri kalanını iki ayda tamamlarım. Karısından ne alırım? Pekâlâ deyip, sandığı veriyorum. Bir defa gidip para istedim; kadın yazmasının ucunu çözüp sekiz kat olmuş bir lira uzattı. Özür diliyor. Bir daha gelmem ben, paranız oldukça getirip verirsiniz, deyip uzaklaştım.”
Sokaklarda karşınıza çıkan boyacı sandıklarına, hayat ağacının etrafındaki hayvan motiflerini görebilmek için boşuna eğilip bakmayın… Bu tür sandıkları yapan bir usta yaşamıyor artık… Ne Mercan Usta, ne Cemil Yıldız, ne de Sait Usta…
İstanbul Oyuncak Müzesi’nde, tahta oyuncaklar yapan bir Eyüp ustasının atölyesinin canlandırıldığı yerde, dikkatli bakarsanız, hayvan motifli bir boyacı sandığını, daha doğrusu Nuh’un gemisini görebilirsiniz!
Yıldız Cıbıroğlu’nun, Cemil Usta’nın oğlundan aldığı son hayvan figürleri de, müzenin aynı bölümünde sergileniyor…
Yıldız Hanım, boyacı sandıklarının fotoğraflarını çekmek için dolaştığı semtleri şöyle sıralıyor: “Cankurtaran, Fener, Çemberlitaş…”
Çemberlitaş’da duralım, çünkü İstanbul’un bu tarihi eseri hakkında söyleyecek bir çift sözümüz var: 18. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Ermeni tarihçi İnciciyan, İstanbul’u anlattığı kitabında Çemberlitaş’tan bahsederken, sütunun üstünde Kral Konstantin’in ışıklar saçan Apollo şeklinde bir heykelinden söz açar. Konstantin’in heykelinin başına, çarmıha gerilen İsa Peygamber’in eline çakılan çivilerden birinin gömüldüğü bilgisini veren İnciciyan, kaideye de Nuh Peygamber’in gemisini yaparken kullandığı bir aletin konulduğunu yazar.
Depremde yıkılmaması için çembere alınan ve böylelikle halk arasında ‘Çemberlitaş’ olarak adlandırılan tarihi sütunda, Konstantin’in annesi Eleni tarafından Kudüs’ten getirilen kutsal emanetlerin olduğuna dair bilgiye Evliya Çelebi ve Hüseyin Çelebi gibi yazarların eserlerinde de rastlarız. Mehmet Münif Paşa’nın çıkardığı ‘Mecmua-i Fünun’ adlı bilim dergisinin 1866 yılında yayınlanan 35. sayısında, Çemberlitaş’la ilgili bir yazıda da “saygıya değer bazı eserler gömülüdür” denilerek, buranın halk arasında kutsal bir yer sayıldığı belirtilir.
Çemberlitaş’ın altında kutsal eşyaların olup olmadığı tartışmasını bir kenara koyarak, gözümüzün önüne şöyle bir fotoğraf getirelim: İnciciyan’ın, Nuh’un gemisinin yapımında kullanılan bir eşyanın gömülü olduğunu söylediği Çemberlitaş’ın gölgesinde, üstünde Nuh’un gemisi efsanesini anlatan arketipsel imgelerin olduğu bir boyacı sandığı!