Evet, karanlık bir dönemden geçiyoruz. Alçakça şehit edilen polisimize, askerimize ağlıyoruz. Suruç’ta bir canlı bombanın yok ettiği gencecik, pırıl pırıl çocuklarımıza ağlıyoruz. Hatta o canlı bombaya bile ağlamalıyız. Bir insanı intihar bombacısı olmaya yönelten koşulları oluşturan sisteme lanetler yağdırmalıyız.
Mucizevi bir an! Günün en güzel saatleri... Biri sabaha uyanırken sessizlikte tüm doğanın harekete geçtiği anlarda. Diğeri akşama hazırlanırken. Ortalıktan el ayak çekilmiş. Anneler toparlamış çocuklarını. Eve doğru yollanmaktalar. Kimi denizin tuzunu atacak ılık duş suyunun altında bedeninden. Kimi akşam yemeğini hazırlamak üzere evinin kalbinin attığı mutfağa geçecek. Babalar gelecek yoğun bir iş gününün ardından. Ben akşam güneşine eşlik eden deniz rüzgârına bırakıyorum kendimi. Bir martı süzülüyor uzaktan. Gemi düdükleri yırtıyor doğanın sakin senfonisini. Bedenimi yalayan rüzgârın ellerinde bir kitap okuyorum.
Martılar eşlik ediyor çığlıkları ile okumama. Denizden esen iyot kokulu rüzgâr eşlik ediyor. Büyükada’nın yüzyıllık ağaçları da eşlik ediyor. Akşamın sessizliğine doğru durulurken etraf; ben ve kitap tüm bunların ve daha birçoklarının birlikteliğinde bütünleşiyoruz.
***
Bir kitap okudum bugün. Bir çocuk kitabı. Kitapta yaşamı, doğayı, yaşamın ve doğanın sırrını buldum. Kendimi buldum. Seni, beni, onu, BİZ’i buldum.
llık ılık bedeninizi sarıp ruhunuzu besleyen, kelimeleri gözlerinizin önünden yumuşacık akan bir içim su sanki bu kitap. Cennet ülkemizde giderek artan ötekileştirmeye, şiddete, kıyımlara ölümlere rağmen, tam da bunların ortasında şefkat bilgeliğinden yazılmış. Bir çocuk kitabı ama hepimize, yaşamın her anında, hatırlanacak mesajlar içeriyor. Bir yol gösteriyor, çoktan unuttuğumuz!
Bir büyükanne kucaklamasında gizli GÜNEŞ’in GÜN’e EŞ olduğu, yaşamın alınan her nefeste gerçekleştiği. Yaşamın özünü, doğanın o tek bütüncül sırrını her birimizin içindeki çocuğa fısıldıyor. İçimizdeki çocuk biliyor zaten o sırrı. Küçücük, ama bir o kadar da yoğun bir sevgi yaşı süzülüyor gözümden. Kitabın kahramanı –ki o sen, ben, her birimiz- olan Maya ile “aynı güneşle olgunlaşan, aynı rüzgârla demlenen, aynı yağmurla ıslanan fesleğenin ruhu(nun) üzümün izniyle onun içine yerleştiği gibi” aynı dünyada bütünleşen her insanın ruhu her birimizin içine yerleşiyor. “Aynı topraktan beslenen, aynı yağmurla susuzluğunu gideren, aynı güneşin altında meyvesini olgunlaştıran, yine aynı toprağa kök salan mucizler(di) ağaçlar.” Tıpkı biz insanlar gibi.
Esasında konu ne okursa olsun, bireysel ya da toplumsal, marifet yazarın kitapta da dile getirdiği gibi kalplerin birbirine açık olabilmesinde. Zira “birbirinizi anlamaya başladığınızda hayat sana bambaşka bir şey sunacak” “ne bir saniye erken ne de bir saniye geç!”
Evet, karanlık bir dönemden geçiyoruz. Alçakça şehit edilen polisimize, askerimize ağlıyoruz. Suruç’ta bir canlı bombanın yok ettiği gencecik, pırıl pırıl çocuklarımıza ağlıyoruz. Hatta o canlı bombaya bile ağlamalıyız. Bir insanı intihar bombacısı olmaya yönelten koşulları oluşturan sisteme lanetler yağdırmalıyız. Yakılan, kesilen ağaçlara da ağlıyoruz. Her ağacın doğanın bir çocuğu ve her çocuğun bizim kendi çocuğumuz olduğunu hatırlamamız gerekiyor artık. “Karanlık aydınlığı da taşıyor içinde.” Görmek istersek, yol zorlu da olsa, aydınlığa çıkmak mümkün.
Zira “ben ağacı orman içinde yaşar bilirdim meğer orman ağacın içindeymiş,” tıpkı insanların oluşturduğu toplumların insanın içinde olduğu gibi. İşte o yüzden her evde, her yatak odasında bir başucu kitabı; her okulda her öğrencimize sevgiyle hediye edilmesi gereken bir kitap bu. Göknur Birincioğlu yazmış. Can Çocuk yayınlamış. Adı mı?
Adı, ‘Mayalı Yamalı bir Hikaye’.