“Sabah bir ceylan uyanır Afrika’da. Kafasında tek bir düşünce vardır. En hızlı koşan aslandan daha hızlı koşabilmek. Yoksa aslana yem olacaktır. Her sabah bir aslan uyanır Afrika’da. Kafasında tek bir düşünce vardır. En yavaş koşan ceylandan daha hızlı koşabilmek. Yoksa açlıktan ölecektir. İster aslan olun, ister ceylan olun hiç önemi yok. Yeter ki güneş doğduğunda koşuyor olmanız gerektiğini, hem de bir önceki günden daha hızlı koşuyor olmanız gerektiğini bilin.”
Tam bu Kızılderili hikâyesini okurken, bir mesaj düştü ekranıma. “Benimle çıkar mısın?” diye soruyordu.
Koşmalı ceylan da, aslan da Afrika’da. Oranın yaşam gerçeği koşmakla bütünleşiyorsa eğer. Ama bazan durup da dönmeli bir an, bakmalı koşarken geride bıraktıklarına. Bir ceylan gibi koşmalı. Derler ki, ceylan, başı arkaya dönük, geride bıraktıklarına bakarak koşar. Bırakmak değildir çünkü koşarken niyeti diğerlerini geride. Onlarla birlikte, onları ileri götürmektir belki de koşmasının amacı.
Bizler de koşuyorken yaşamda, kendi yollarımızda, kızım ve ben, durduk ve geriye baktık geçtiğimiz gün.
“Benimle çıkar mısın?” diye sormuştu. “Çıkarım” dedim, “Seninle çıkarım”. Soran Kaan’dı. Anlaştık. Buluştuk. Kaan’ı ilk gördüğümde, oturduğu sandalyesinde fıldır fıldır gözleri ve neşeli sözleri ile içindeki yaşam coşkusunu yayıyordu etrafına. Ancak Kaan değil, Murat geldi buluşmaya. Zira Kaan, kendisi adına olduğu kadar, Murat ve daha binlercesi adına da soruyordu, “Benimle çıkar mısın?” diye. 7 yaşındaydı Kaan. Oturduğu sandalyeden kalkamıyordu. Sokağa çıkmak için bizlerin desteğine ihtiyacı vardı. 14 yaşındaki Murat’ın da öyle. Ramazan Baş’ın kurucusu olduğu Türkiye Omurilik Felçlileri Derneğinin son kampanyasına dahil olmuştuk biz kızımla bu çıkma teklifini kabul ederek. Bir randevumuz vardı şimdi. Çok özel bir randevu. Murat’ı dışarı çıkarmak üzere anlaşmıştık. Yapmak istediği, çok istediği ama yapamadığı bir şeyi yapmak üzere... Biraz çekingendi Murat. Ekmek arası yemek istiyordu. Başka da ne isteyebileceğini söylemedi pek bizlere. Çok sık Galatasaray’dan bahsediyordu. Futbolcularla tanışmak istedi. Heyhat, buluştuğumuz gün konuşuyorduk ve o gün, onlar yurtdışında idiler. Günün kahramanı Murat olacaktı. İstediklerini yapmak üzere yola çıkmıştık. Ancak şu koskoca İstanbul şehri de –ve ne yazık ki insanımızın bir kısmı da- hazır değildi Murat ile yüzleşmeye.
Düşünürken ne yapabileceğimizi, birden, içten bir sesle, Kız Kulesine gitmek istediğini söyledi. Ne Kız Kulesi’nin tekneleri ne de deniz taksi müsaitti tekerlekli sandalye ile bir misafir ağırlamaya.
Galatasaraylı futbolcularla bir araya gelmek üzere gerekli çabayı göstermek için uğraşacağımızı söyledik ve Murat’ın isteği üzerine İstanbul’un en eski elektrik santrali olan Santral İstanbul Müzesini gezmek için yola çıktık. Müzeyi rehberimiz eşliğinde gezdik. Ekmek arası köftelerimizi yedik. Ancak bir taraftan aşırı sıcak, bir taraftan hastalığı, çabuk yoruldu Murat. Oysa bir günlüğüne bile olsa ünlü olmuştu. Beraberimizde TV24’ten arkadaşlar bu buluşmayı çekiyor, daha fazla gönüllüye olduğu kadar daha fazla engelli çocuğumuza ulaşabilmek için gezimizle ilgili bir haber hazırlıyordu. Tabi Murat’ın onayı ile. Güzeldi ünlü olmak, ancak güzel olduğu kadar yorucu idi de. Murat öylesine zeki ve öylesine derinliklerine dalmış bir çocuğumuz ki, açıkçası onu mutlu edebildik mi? Ettiysek, ne kadar mutlu edebildik, bilemiyorum. Ancak gezinin sonuna doğru kendini daha yakın hissettiği kızımla sohbete dalması, yüreğine dokunabildiğimizi düşündürdü bana.
“Yeniden inşa etmek gerek” diyordu bir ses içimde gün boyu. Şehirlerimizi ve toplumumuzu yeniden inşa etmek gerek. İstanbul gibi büyük bir şehirde, engelli olmanın ne kadar zor olduğunu birebir yaşayarak gözlemledik. Neredeyse tüm şehir, tüm uzuvları ve 5 duyusu sağlam ve çalışan insanlara göre planlanmış. Birlerini hep ötekileştirmektense, birbirimizi görerek, hissederek, yürek yüreğe vererek yaşam alanlarımızı ve toplumumuzu yeniden inşa etmek gerek. Pisliği, eskiyi, köhneyi tamamen silip atmak, yenilikçi ve yaratıcı bir devrim yapmak gerek. Kavgayı, çatışmayı, düşmanlığı ve savaşları bırakmak. Birbirimize dokunmayı ve desteğimize ihtiyaç anında -bu buluşma gününde rastladığımız kimileri gibi- başımızı öte yana çevirip farkında değilmiş numarası yapmak yerine, mesela Santral İstanbul’un içinde bulunduğu Bilgi Üniversitesinin pırıl pırıl genç öğrencileri gibi bir el vermenin güzelliğini paylaşarak çoğaltmak üzere birliği ve toplumu yeniden inşa etmemiz gerek. Yapacak çok iş var. Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği, çok çeşitli projelerle gerek mevcut engelli kardeşlere ihtiyaçları doğrultusunda akülü ya da manüel tekerlekli sandalyeler, kuaförlük, tekstil atölyesi, bilgisayar tasarım atölyesi gibi çeşitli dallarda eğitimler ve iş alanları sağlarken bir yandan da toplumun algısını değiştirmeye çabalıyor ve kaza sonucu engele sebebiyet verebilecek hareketlerden kaçınmaya yönelik farkındalık eğitimleri veriyor. Yaz aylarında sığ sulara atlamanın insanın yaşamını nasıl da bir anda sekte vurabileceğinin farkındalığını ve kazalarda ilkyardımı eğitimli sağlık personeline bırakmanın ne denli önemli olduğunu vurguluyor çalışmalarında. Hepimiz öğrenmeliyiz. Nerede, nasıl destek olabileceğimizi bilmiyoruz çünkü genel olarak. Şapka çıkartılacak bu çalışmalarını derneği ziyaret ederek yerinde görmeniz ve bir gününüzü ayırarak kendi imkanları ile gezme şansını pek yakalayamayan bir çocukla mutluluğu paylaşmanız mümkün. Hep diyoruz ya, tüm çocukların kendi çocuklarımız olduğunu anladığımız gün, yaşam coşkusu toplumsal olarak yeniden şekillenecek içimizde. O güne bir an evvel ulaşmak için her birimiz, elimizden geleni ve dahi daha fazlasını yapmakla yükümlüyüz. Helen Keller “Bir başımıza çok az yapabiliriz, birlikte çok fazla” diyordu. Oysa unutmamalıyız, birlikte yapabilmek bir başına yapmakla başlıyor.
Meraklısına not: * Tam bu yazıyı yazdığımın akşamında İngiliz Eğitimci, Ken Robinson’un bir TED konuşması çıktı karşıma. O da eğitimde devrimin gerekliliğinden ve yenilikçi yaklaşımın ancak kendimizi geçmiş fikirlerimizden azat etmemizle mümkün olacağını anlatıyordu. Türkçe alt yazı seçeneği olan ufuk açıcı bu konuşmayı gerekirse Türkçe altyazı dinlemenizi öneririm.
http://www.ted.com/talks/sir_ken_robinson_bring_on_the_revolution#t-221410
* Bir de TV24 haberini görmek isterseniz diye linkini bırakayım şuraya