Yaşadığımız bu zor günlerde sağduyuyu sürekli koruyabilecek, sorunları genelleştirmeden çözebilecek siyasi aktörlere ihtiyacı vardır ülkemin. Bir partiye sempati duyanları “viski içip Boğaz’da yalıda oturan” gibi damgalamak, sadece Kürt kimliği yüzünden mağdur olanlara değil, demokrasi ve adalet isteyen herkese zarar verir.
Adam gibi bir adam tanıdım geçtiğimiz hafta. Rahmetli Hrant’ın gençlik arkadaşlarından, gözü kara ama bir o kadar da muhabbeti keyifli İstanbullu bir Ermeni. Büyükşehrin karmaşasından uzakta keyifli birkaç gün geçirmek üzere gittiğimiz Cunda’da bulduk birbirimizi. Sahilde akşam bu şirin beldeye yakışır bir Rakı-Balık-Ayvalık yapmak üzere uygun bir mekân ararken, işlettiği lokanta ile karşılaştık. O ismini söylediğinde ben de keyifle adımı saklamaya gerek duymadan Mois dedim, başladı koyu bir sohbet. Neler konuşmadık ki, o adaya taşınma hikâyesinden, cemaatin sıkıntılarına kadar sorular birbirini izledi. Meclisteki Ermeni milletvekillerinden, Hayko’nun cesurca kaleme aldığı yazılardan, Etyen Ağabeyin neden böyle davrandığından bahsederken dayanamadım sordum. Peki, korkmuyor musun Ahparig? Dokundu omzuma o anda, “Biz o eşiği çoktan geçtik, ne olacaksa olsun bak görüyor musun bu adayı, ne travmalar yaşanmış, halkı mübadele görmüş ama halen kendini bilmez biri çıkabiliyor.” Hayırdır ne oldu, diye sorunca üstelemeden anlattı yakın zamanda başından geçen garip bir olayı.
“Şu Rumca müziği duyuyor musun? İşte ben her akşam böyle çalarım kafama göre, zaten bizi bilen gelir buraya, etnik müzikleri de hem çalar, hem severiz. Her akşam kafamıza göre Rumca başlar, Ermenice, İbranice artık ne gelirse sürüp gider burada. Çoğu müşterimizi de kırmaz birer CD hediye ederiz. İşte geçenlerde yine öyle bir akşamda, masalardan biri bizim çocukları çağırmış, müziği soruyor. Hemen gittim yanlarına, herhalde beğenmiş dedim içimden. Adam tutturmaz mı siz burada Kürtçe müzik çalıyorsunuz diye. Yok, beyefendi Rumca o dinlediğiniz şarkıların çoğu ama arada etnik müzikler de çalıyor olabilir dedim sakince. Kolumdan tutup ‘Mahsus yapıyorsun değil mi’ demez mi! İşte o zaman sinirim tepeme çıktı, çabuk terk et burayı dedim, ne yapabilir ki bir canım var zaten.
2009 yılında barış süreci dediklerinde inanmıştık, ümit beslemiştik hepimiz. Peki ya şimdi ne oldu? Ölen o gencecik canlara, şehitlere yazık değil mi? Biz korkmuyoruz, HDP’yi desteklemeye de devam edeceğiz. Ta ki, bu faşist düşünceler içimizden temizlenene dek.”
O gece içimde bir ümit lokantadan ayrılıp, ertesi gün bu kez Ayvalık adalarını yakından tanımak üzere tekne turuna çıktık. Midilli adasını uzaktan görebilen bir mesafede o dinlemeye hasret kaldığımız Rumca melodiler çalındı kulağımıza teknenin hoparlöründen. Sevdiklerini bir yerlerde bırakmış herkesin ortak şarkısı ‘Sagapo’ydu dinlediğimiz. Birkaç şarkı bu keyfe devam ederken bir anda müzik kesildi. Güverteye indiğimde tura katılanlardan birkaçının “Kardeşim burası Yunanistan mı Türkçe çalsanıza” diye ısrar etmeleri üzerine müziği kapattıklarını öğrendim. Nedir bu şarkılarla alıp veremediği insanların dedim içimden. Hiç mi içi acımazdı insan olanın yıkık dökük haldeki kiliseleri, üzerinde satılık ilanları yazan eski Rum evlerini görünce? Daha kaç savaş, ne kadar kan ve mübadele yaşamalıydı insanoğlu, hiçbir şeyin hayattan önemli olmadığını anlamak için? Rahmi Koç’un restore ettirip ‘Necdet ve Sevim Kent’ adına yaptırdıkları eski Şapel ve Kilise Müze içime su serpse de yadırgadım yaşananları. Keşke tekrardan geri çağırıp burası sizin ibadethaneleriniz gelin dualarımızı ortak edelim diyebilsek. Otel çalışanlarından gencecik bir kızın “Anneannem 25 sene Taksiyarhis Kilisesi’ni korumak için mücadele verdi” demesiydi geriye kalan ümidim.
Yaşadığımız bu zor günlerde sağduyuyu sürekli koruyabilecek, sorunları genelleştirmeden çözebilecek siyasi aktörlere ihtiyacı vardır ülkemin. Bir partiye sempati duyanları “viski içip Boğaz’da yalıda oturan” gibi damgalamak, sadece Kürt kimliği yüzünden mağdur olanlara değil, demokrasi ve adalet isteyen herkese zarar verir. Terörün savunulacak hiçbir yanı olmadığı gibi yaşanan sıkıntıların kökü ise sadece Kürt sorunu değildir. Yukarıda örneklerini saydığım faşist düşünceleri temizlemeden, etnik ayrım gözetmeden tüm demokrasi, adalet, ifade özgürlüğü, eşit vatandaşlık hakkı, toplantı ve yürüyüş hakkı da dâhil olmak üzere kısaca haklarını isteyenlere barışçıl bir çözüm sağlanamadıkça inkâr ve imha zihniyeti ile mücadele devam edecektir. Bugün eğer bir Yahudi, bir Rum veya bir Ermeni kimliği nedeni ile mağdur olabiliyorsa, omuz omuza bu mücadeleyi bir bütün olarak görüp bu faşizmi boşa çıkarmak için ortak bir duruş olarak karşı gelmeliyiz. 8 Haziran sabahı uyandığımız barış havasına hep beraber inanıp, gelecek güzel günler için bu ülkedeki tüm mağdurlar olarak “savaşa ve teröre hayır, barışa evet” diye var gücümüzle haykıralım.