Düzensizliğin düzen haline geldiği bir dönemden geçiyoruz.
Etraf yine toz duman. Düzensizliğin düzen haline geldiği bir dönemden geçiyoruz. Her ülkede, her toplumda çalkantılı süreçler olur. Bu süreçler, iyi niyetle yönetildikleri takdirde, o toplumların gelişimine, olgunlaşmasına katkıda bulunurlar. Tartışma olmayan, değişik fikirler yeşermeyen hiçbir ortamda başarı, yenilik, atılım, girişimcilik olmaz.
Gelin görün ki bizim içinden geçtiğimiz dönem benzerlerinden çok farklı, kendine özgü. Referans alınan her doğrunun eğri, her eğrinin doğru olarak tanıtıldığı ve benimsetilmeye çalışıldığı bir zaman dilimi yaşıyoruz. Demokrasi adına, eşitlik adına, adalet adına, refahın doğru şekilde dağılması adına, eğitimde, sağlıkta, sanatta, bilimde, teknolojide ‘muasır medeniyetler’ seviyesine erişmek adına, halkın kendi geçmişinden gurur duyması, geleceğine güvenle bakması adına hareket etme yetkisi ile donatılanların uzlaşmadan uzak tutumları, şahsi hırslarını ulusal çıkarların önüne koyma durumları, bu dönemi benzerlerinden farklı kılıyor.
Kesif bir sis içinde, pis bir kokuya mahkûm olarak, insanı insan yapan her tür güzellikten koparılmış yaşamaya mahkûm edilmek için nasıl bir hata yapılmış olmalı? Her tür sosyal hastalığın, bu arada ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, cinsel aşağılamanın tavan yaptığı bir iklime sürüklenmiş olmak için, nasıl bir hata yapılmış olmalı? Kin ve nefretle yoğrulmuş, bağnazlığın, cehaletin, görgüsüzlüğün kol gezdiği bir coğrafyada, insanlar için, nefes alabilecekleri, gıptayla bakacakları bir vaha olmak mümkünken, o girdabın içine düşmüş olmak için nasıl bir hata yapılmış olmalı?
Kendi geleceği hakkında söz sahibi olduğu söylenen kaç toplum bu denli kısa sürede bu kadar çok seçime davet edilir? Çoğulculuğu ilke edinen, bünyesinde barındırdığı her tekile ayrı ayrı saygı duyulması gerektiğini sosyal düsturu haline getiren uygar toplumlarda, halkın iradesine ipotek konulması söz konusu değilken, niçin bizim siyasetçilerimiz bu denli aciz davranırlar?
Hayatın zorluklarına karşı koymak, gündelik yaşantısını kazasız belasız geçirmek zorunda olan sokaktaki adamın algısı ile oynamak, onu yönlendirmek üzerine politikalar üretmek, mutlu ve huzurlu toplumlar yaratmaz şüphesiz. Bilakis, paranoya içinde kavrulan, gölgesi ile kavga eden, her daim önceliğini haklı olmaya adayan, güce tapan, sığ topluluklar böylesi ortamlarda kimlik bulurlar. İşte biz de böyle olma yolunda hızla ilerliyoruz.
Büyük sorunlarımız var: Bir şey üretmeden tüketiyoruz… Geleceğimizi borçlandırıyoruz… Yaratıcılığımız yok… Bilimde, sanatta, teknolojide, sporda yokuz. Komplo teorilerini çok seviyoruz. Herkesin bize düşman olduğunu düşünüyoruz ve bunu yaptığımız yanlışları haklı göstermekte son derece başarılı kullanıyoruz. Anlaşamıyoruz, çünkü birbirimizi dinlemiyoruz. Yanlışlarımızı doğru belliyoruz, çünkü okumuyoruz. Hatalarımızdan dersler çıkarıp bunların üzerine gitmiyoruz. Cesaretimiz yok! Düşünemiyoruz, çünkü düşünmenin hoş karşılanmadığı bir düzende “evet efendim”ci, “siz bilirsiniz”ci bir gelenekle büyütülüyoruz. Şarkı söyleyemiyoruz, dans edemiyoruz, nükte yapamıyoruz, gülemiyoruz, dünyadan habersiz bir şekilde, kendimize biçilmiş formanın içinde sıkışıp kalmışız. Trajik olan böylesi acınacak hale geldiğimizin farkında bile değiliz.
Elbette ki, böylesi yorumlarda toptancı yaklaşımlar hataya götürür. Bu tespitler genele ne kadar yakın olsa da, bir sapma payı olduğu, bazı tekillerin yaşadıklarına isyan ettikleri, kadercilikten sıyrılarak geleceklerini toparlama uğruna adımlar attıkları bir gerçek. Doğunun bilgeliğini batının uygarlığı ile harmanlamanın yollarını arıyorlar. Ortadoğu’ya ışık saçmak yerine onun bataklığı içinde debelenmeye isyan ediyorlar.
Rasyonel düşüncenin anlam veremediği bir siyasi tablo toplumun varına yoğuna ipotek koymuş. Husumet, ondan daha öte, düşmanlık almış başını gitmiş. Kurumsal kimlik derin yaralar almış, toplumsal hayatı mümkün kılan kurallar, gelenekler, teamüller değersizleşmiş. Saygı, sevgi, güvenden eser kalmamış. Kılıçların bilendiği, silahların doldurulduğu, sinsi taktiklerin sahneye konulduğu bir ortamda, umutsuzluk egemen hale gelmiş. Her şey allak bullak olmuş.
Yazık! Çok yazık!