Tora’da yer alan iki peraşa her okunduğunda dinleyicileri ve anlayanları ürpertir ve korkutur. İspanya ekolünün büyük isimlerinden olan Ramban da “her sene, bu haftaki peraşada tanımlanan Yahudi tarihinden daha çok etkileniyor ve ürküyorum” derken sekiz yüz yıl öncesinden tanımlanan bu kehanetlerin dayanılması çok zor bir yolculuğun da rotasını çizdiğini görebilmektedir. Burada gördüğümüz Yahudiliğin geleceği ürkütücü olduğu kadar, cesaret kırıcıdır. Kim bu peraşada anlatılan bir düşmanlığa, zulme ve soykırıma dayanabilir? Peş peşe sıralanan doksan sekiz tane lanet okuyanları nasıl etkilemez? Etkiliyorsa bu gün içinde bulunduğumuz yaşadığımız ortam nasıl göz önünde bulundurulmaz?
Rabi Berel Wein alaycı bir profesörünün Yahudi tarihini ‘kitaplar ve kan’ şeklinde tanımladığını anlatır. Bu tanımlama, olayı çok basite indirgemektir, ancak bir gerçek payı da içermektedir. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda, Batı ve Doğu Avrupa'da mitsvaların ve inancın bazı Yahudilerce terk edilmesine neden olan büyük bir unsur, genel toplumun Yahudilere beslediği düşmanlık ve zulümdür. Diğer bir deyişle, birçok Yahudi, Avrupa Yahudilerinin kaderi olan ezici fakirlik ve yerel halkların Yahudilere karşı şiddet politikalarının yükünü artık kaldıramıyordu veya kaldırmak istememekteydi. Belki de inançtan vaz geçmek bu zulümden de kurtulmak olabilirdi.
Doğrudur Yahudiler, Tora'nın kehanette bulunduğu kaderlerinden kaçmayı umut ederek, Yahudiliklerinden vazgeçtiler. Ancak bütün bunlara rağmen zaman içinde kendilerini yine toplama kamplarında buldular. Çünkü Soykırım yapanların aradığı dindar veya dindar olmayanlar değil soya dayalı bir şekilde Yahudilerdir. Sadece Yahudiler değil din değiştirmiş olan Yahudiler bile, kendilerini Auschwitz'teki demiryolu platformunda bulmuşlardı. Peraşamızda yer alan sert ve ağır kehanetler onların da peşini bırakmamıştı.
Ancak bu peraşayı dikkatlice okuyunca, gelecek hakkında daha umutlu ve neşeli bir bakış açısı edinebiliriz. Tora Yahudilerin, belki birer şahıs olarak değil, ama bir millet olarak hayatta kalacaklarını garantilemektedir. Yahudiler, yenilmez ve sonsuza dek sürecek bir millettir. Sonuç olarak, Tanrı onları yüzüstü bırakmayacaktır; çünkü onlar da inanç ve uygulama açısından, O'na değer vermek için geri dönecekler, teşuva yapacaklardır. Şimdi içinde bulunduğumuz ayın esas kavramına daha yakın durmaktayız.
Şiva asar be Tamuz ile başlayan ağır hava Tişa BeAv ile doruğa ulaşır. Bizi Tişa BeAv'ın ağır havasından, Yamim Noraim'in ve Sukot'un yüceliğine götüren yedi huzur ve teselli aftarasının hepsi, Tanrı'nın Yisrael'e yönelik merhametini ve ona getireceği kurtuluşu tekrar tekrar hatırlatır. Tanrı Yahudilerin manevî veya fiziksel olarak ortadan yok olmalarına izin vermez. Peygamber Yeşayau'nun sözleriyle, "Bir kadın çocuğunu unutur mu? Aynı şekilde, ben de sizi yüzüstü bırakmam!"
Moşe'den Malahi'ye kadar bütün peygamberler, Tanrı ile Yisrael arasında sevgi dolu bir uzlaşma olacağı kehanetinde bulunurlar. Bekleyiş uzun ve sinir bozucu olabilir, ama sonuç kesindir. Ki Tavo peraşasındaki ağır sözlerin mesajı, sadece açıkça belirttiği korkunç kehanetlerde değil, aynı zamanda ima ettiği gelecek kurtuluşu da içerir. Gemara Masehet Makot’un en sonunda yer alan Rabi Akiva'nın sözlerini hatırlayalım. Kendisi başka büyük hahamlarla Bet-Amikdaş'ın yıkıntıları yanında dolaşırken güler ve "Eğer berbat ve korkunç kehanetler bu denli ayrıntılarına kadar kati bir şekilde gerçekleştiyse, o zaman huzur ve kurtuluş konusundaki kehanetlerin de en küçük ayrıntılarına kadar gerçekleşeceğinden emin olabilirim" der.
Yahudilerin bu köklü inancı, bizleri uzun ve karanlık sürgün boyunca ayakta tutmuştur. Aynı şekilde bugün de, tanık olduğumuz birçok zor ve kederli olaylar karşısında bizi dimdik ayakta tutacak olan da budur. Yeter ki biz inancımıza sahip çıkalım. Yeter ki biz kendimiz gibi yaşamayı unutmayalım.