Önemli olan sorgulamak
Şiirin esin perisiyle uzun zamandır aramız açık duruyor. Ne o eskiden olduğu gibi gelip kapımı çalıyor ne de artık ben, geçmişteki tutkuyla onun peşinden koşuyorum. Birkaç gün önce eski kitaplarımı bir yabancı gibi karıştırırken, yıllar önce yazdığım Soru İmi başlıklı kısa şiirime takıldım:
“Beynine asılı çengel / Bir ucu burgu / Söküp atsan karanlık”
Şiiri okuduktan sonra, yıllardır sorulara olan yaklaşımım beni daha çok düşündürttü. Deneme yazılarımın satırları arasında yer alan soruların, yerleşik düşünceler üstüne yaptığım sorgulamaların, öncelikle benim için önemli olduklarını biliyorum. Sonra da okuyucularımla birlikte, kendi deneyim ve birikimimize dayanarak arayacağımız yanıtlarla, keyifli bir yolculuk içinde olduğumuzu düşünüyorum. Yanıtını veremesek de, karanlıkta çakan kıvılcımlar gibi sorular ortaya atıldığında, nasılsa bunlar bir gün birilerini tutuşturacak, beklenen karşılıklarını bulacaklardır.
Albert Einstein şöyle diyor:
“Önemli olan, soru sormaktan vazgeçmemektir. Merakın bir varoluş nedeni vardır, insan sonsuzluğun, yaşamın, gerçeğin harikulade yapısındaki esrarı düşününce dehşete düşmekten kendini alamıyor. Eğer bir insan bu esrarın sadece küçük bir kısmını anlamaya çalışırsa bu yeterlidir.”
Soru sormak, bir konuyu her yönüyle sorgulamak önemlidir. Kuşkusuz sınırlarımızı koruyup, başkalarının inanç alanına girmediğimiz sürece… Nitekim Freud, dinin on birinci emri olarak şunun olması gerektiğini söyler: Sorgulamayacaksın!
Hangisi olursa olsun, din kesiminden baktığımızda, ünlü düşünür doğruyu söylüyor. Her sistem, inananlarından kesin bir boyun eğmeyi bekler; oysa bir geleneğin sürdüreni olarak da, kendi inancımı istediğim şekilde yaşayabilmeli, sorgulayabilmeliyim. Bunu yapamadığım sürece aklıma duvarlar çekmiş, körü körüne bir öğretiye bağlanmış olurum. Bir başka deyişle sorgulama, bir inanç sisteminin değişmez ya da değiştirilemez kurallarına karşı, özgür düşüncenin yaklaşımıdır, diye düşünüyorum.
Sokrates, sorgulanmamış bir hayatın yaşanmaya değer olmadığını söylerken, yaşantımızın her alanıyla ilgili böyle bir sav ortaya atmıştır. Duygu, düşünce ve davranışlarımız, ancak sorgulandıkları oranda bizim için bir anlam kazanmış oluyor. Yoksa at gözlükleriyle yalnızca koştuğumuz yöne bakan, koşullanmış bir yaşamı sürdüren, bir insan olacağız yalnızca…
Jose Saramago, Körlük romanında şöyle diyor:
“Eğer bakabilirsen, gör, eğer görebilirsen, gözlemle.”
Görmek, bir bakıma ilgi duymak, farkında olmak, sorgulamaktır. Gün boyu nesneler, insanlar, olaylar sürekli bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçip gidiyor. İçlerinden hangilerini görüyor ya da görmek istiyoruz; yalnız bakışlarımızla değil, akıl gözümüz, gönül gözümüzle… Hangi düşünceleri aklımızın eleğinden geçirerek değerlendiriyor, bunların doğruluğunu ya da gerçekliğini hangi denektaşında sınıyoruz?..
Sorular, mutlaka yeni sorulara, beynimizi kemiren, karanlık yanımızı yoğunlaştıran kuşkular sorgulamalara gebe olacaktır.
Belki de insan olmanın, insanca yaşamanın ilk adımı budur!