Gustav Jung, anılarında Meksika’ya yaptığı bir gezi sırasında, Pueblo yerlilerinin reisiyle yaptığı bir söyleşiyi aktarıyor. Reis şöyle diyor: “Beyazların ne denli acımasız göründüklerine bak! Gözlerinden arayış içinde oldukları anlaşılıyor. Hep bir şey arıyorlar. Hep bir şeyler ister ve her zaman huzursuzdurlar. Ne neyin peşinde olduklarını biliyoruz ne de onları anlayabiliyoruz. Bizce onlar deli!”
Jung, neden tüm beyazları deli diye nitelendirdiği sorusuna Reis şöyle yanıt vermiş:
“Kafalarıyla düşündüklerini söylüyorlar, onun için!”
Ünlü psikolog “Siz neyle düşünürsünüz ki?” diye sorduğunda, Reis kalbini göstererek, “Burasıyla!” demiş.
Jung bu yanıt üstüne susup, uzun bir süre düşünmüş. Yaşamında ilk kez, biri ona gerçek beyaz adamın resmini çizmiş. O güne dek gördükleri hep duygusal bir yaklaşımla güzelleştirilerek çizilmiş renkli resimlermiş. Yerlilerin reisi en duyarlı noktamıza parmak basmış, çoğumuzun körlükten göremediğimiz bir gerçeği, en yalın bir şekilde dile getirmiş: Kalbimizle düşünmediğimizi!..
Bu sözleri okuduğumda, elimdeki kitabı kapatıp Jung gibi bir süre suskun kaldım. Sonra da şu soru kafamda dolanıp durdu:
Nedir kalbimizle düşünmek?..
Batılı bir insan için, Reis’in bu sözleri tümüyle anlamsız gelebilir; oysa bize, yüzyıllardır içinde yoğrulduğumuz düşünsel geleneğimize, hiç de yabancı değildir. Doğu öğretileri içinde zengin bir alan oluşturan mistisizm, bilime sırtımızı dönmeden kalbimizle düşünmek için gerekli ortamı sağlamaktadır.
Yine bu konu üstünde düşünürken, “gönül gözü” deyimi geliyor aklıma. Bir başka dilde, yabancı kültürlerde bu sözün bir karşılığı var mıdır, bilmiyorum. Her ne denli farklı kavramlar gibi görünse de, “gönül gözüyle bakmak” ve “kalbimizle düşünmek” bana göre her ikisi de benzer bir sonuca odaklanıyor. Hayata ve insan yaşamına dair her şeyi anlamaya aklımız yetmediğinde ya da “niçin” soruları karşılıklarını bulamadığında, konulara sezgilerimizle yaklaşmaya çalışıyoruz. Arınmış ve zengin iç dünyamızın simgesel bir organı gibi nitelendirilen gönül gözü, bakmaktan çok görmemizi sağlamaktadır. Bu şekilde bilgilerimizin yeterli olamadığı alanlara, aklımızın veremediği yanıtlara, kalbimizle düşünerek ulaşabiliyoruz. Kuşkusuz bunun da uzun süren bir eğitim sorunu olduğunu, herkesten aynı şekilde bir yaklaşımı bekleyemeyeceğimizi söylemeliyiz.
Antoine de Saint-Exupery, bütün dünyada sayısız baskıya ulaşan, her kesimden insanın büyük bir keyifle okuduğu Küçük Prens kitabında şöyle diyor: En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.”
Bu ünlü yazardan yedi yüz yıl önce de Mevlâna, benzer sözleri şöyle dile getirmişti: “Gerçeği yalnızca kalp gözüyle görebilirsin.”
Aklımızla düşündüğümüz kadar olmasa da, zaman zaman yüreğimizin sesine, sezgilerimize kulak vererek, yaşantımıza yeni anlamlar katabiliriz.