"Taraftar olarak karşı tarafı tebrik etmeyecek miyiz yani? Güzel futbol oynadılar üstelik. Buyurun işte, bomba patlıyor; arkalardan bir abim şunu diyor: “Abi, Molde’yi alkışlayacaksan git Molde’yi tut, Norveç’te yaşa.” Kale arkalarındaki genel düşünce bu desek, tezahüratları da bu tribünler yönetiyor desek, biz hiç mi eleştirmeyeceğiz takımımızı? “Yok abi, takım eleştirilmez desteklenir” düşüncesiyle sadece onlara gaz vererek de bir yere varamayacağız."
Maça gidenler bilir; Hele kombine biletleri olanlar daha da iyi bilir… Taraftar olmak kolay değildir. Karda kışta yollarda sürünmek, dönüş yolunda metrobüste aynı metrekare içinde yaklaşık 45 kişiyle eve gitmek… Fakat başlığım ne yazık ki bunlarla en küçük bir alaka bile içermiyor. Eğer cefakâr taraftarlık öyküleri dinleyip, kendi kendimizi gaza getirmek istersek youtube’dan birkaç video izleyebiliriz. Ki Türk milleti olarak çok severiz kendi kendimizi gaza getirmeyi. Her neyse efendim, gelelim konumuza.
Ben bir Fenerbahçe taraftarıyım, bu sene de her maça gittim. Stattaki gözlerimle de bu yazıyı yazmaya karar verdim: İlk olarak takım ısınmaya çıkıyor, alkış kıyamet. Burası tamam. İlk düdük çalıyor, alkış kıyamet… Eyvallah, sonuna kadar… Takım gerçekten yokları oynuyor, Perreira seyrediyor ve Perreira’ya özel beste söyleniyor. Haydi tamam “Hep destek, tam destek” dedik. İlk yarı bitiyor, alkış kıyamet. Takım çıkıyor sahaya, moral için alkış kıyamet. Bakın asıl sorun burada başlıyor. Dakika 60, Fenerbahçe yokları oynuyor. Taraftarsan gaza getireceksin, değil mi? Volkan Demirel’e marşlar, “yensen de, yenilsen de” diye tezahüratlar. Gel gelelim maç sonuna, 80. dakikada Van Persie ve Hasan Ali Kaldırım'ın üstün yetenekleriyle bir gol atıyoruz -ki golün herhangi taktikle alakası yok- ortalık bayram yeri oluyor haliyle. Maç bitince, “Böyle oynayın canımızı verelim size” deniyor futbolculara. Hâlbuki berbat bir futbol var ortada. Ancak biz milletçe şakşak’ı sevdiğimizden sevdiğimiz şeye toz konduramayız, eleştirmeyiz.
Molde maçındayız. Birkaç gerçek futbol seyircisi Molde’yi alkışlamaya başladı. Biz de katıldık bu furyaya… Taraftar olarak karşı tarafı tebrik etmeyecek miyiz yani? Güzel futbol oynadılar üstelik. Buyurun işte, bomba patlıyor; arkalardan bir abim şunu diyor: “Abi, Molde’yi alkışlayacaksan git Molde’yi tut, Norveç’te yaşa.” Kale arkalarındaki genel düşünce bu desek, tezahüratları da bu tribünler yönetiyor desek, biz hiç mi eleştirmeyeceğiz takımımızı? “Yok abi, takım eleştirilmez desteklenir” düşüncesiyle sadece onlara gaz vererek de bir yere varamayacağız.
Yani demem o ki, o kadar körü körüne bağlanıyoruz ki, taraftarlığı bile beceremiyoruz. Küfrü, centilmenliği zaten geçtim de, bari kendi takımımızı adam gibi destekleyelim. Gerekirse eleştirelim, yuhalayalım… Yeri gelince Van Persie’yi de, Volkanı da yuhalayalım. Bir de eski futbolcuyu protesto hastalığı yok mu? Hastasıyım. Onlar hep iyi oynar çünkü…
Sonuç olarak, taraftarlık zor zanaat valla biz Türklere. Alkışlayacağımız şeyi ayırt etmek falan yok, direk alkışla takımını gitsin.
Gerçi, gözümüzün önünde olan bitene bile evlerimizde twitterdan tepki gösteren bir millet olduğumuz için, canlı olarak tepki verince neyi alkışlayacağımızı bilmememiz hiç de anormal değil.
Hag Sukot Sameah…