İsrail’de din, devlet ve toplum ilişkilerine baktığımız zaman son derece karmaşık ilişkiler yumağından oluştuğunu görebiliriz. Öncelikle, 1947 yılında İsrail henüz ilan edilmeden önce geleceğin kurucu başbakanı David Ben Gurion’un ultra Ortodoks (haredi) Dünya Agudat İsrael Federasyonuna yazdığı mektupta verdiği sözler günümüze kadar dini statüko olarak anılan fiili durumun çerçevesini çizmiştir. Buna göre Şabat resmi tatil günü olacak, kamu kurumlarında kaşerut kurallarına riayet edilecek ve evlilik-boşanma konusunda Ortodoks anlayış hakim olacaktı. Ancak öbür taraftan mektupta da belirtildiği üzere kurulacak olan yeni devlet teokratik yani medinat halakha olmayacaktı ve diğer dinlere mensup vatandaşlara inanç ve vicdan hürriyeti sağlanacaktı.
Ancak bu anlaşmanın sonucu olarak evlilik kuralları, cenaze törenleri ve mezarlıklar haredi bakış açısına göre düzenlenecekti. Burada tabi temel bir çelişki vardı. Ülkenin kurucuları her ne kadar laik olsalar da dini geçmişten tamamen ayrılamamışlardı. Aslında, burada eklenmesi gereken nokta, Ben Gurion Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi (UNSCOP) ile yapılacak görüşmelerde Yahudilerin birlik sergilemelerini amaçlamaktaydı.
Buna rağmen devlet kurulduktan kısa bir süre sonra verdiği tavizlerden özellikle de resmi yani laik nikah konusunda bir düzenleme yapmadığı için pişman olmuştu çünkü ülkede sadece dini makamların onayladığı nikahlar resmiyet kazanıyordu. Dolayısıyla her dini grup kendi mensuplarıyla, yani Museviler sadece Musevilerle, Müslümanlar Müslümanlarla ve Hıristiyanlar Hıristiyanlarla evlenebiliyorlardı. Bu durum zaman zaman dini olmayan resmi nikah uygulamasının getirilmesini isteyen vatandaşlar veya partilerin varlığına rağmen değişmedi.
Ancak laik kesim evlilik konusunda ultra-Ortodoks tekeline karşı yasal boşlukları kullandı. Örneğin, ülke dışında yapılan evlilikler İsrail devleti tarafından kabul ediliyordu. Yurtdışında evlenen İsrailli çiftler en gözde yer olarak Kıbrıs Rum Kesimini seçiyordu. Bunun sebebi Kıbrıs’ın İsrail’e coğrafi olarak yakınlığı, bürokratik işlemlerin hızlı olması ve nikah töreninin güzel bir balayı ile birleştirilmesiydi. Dolayısıyla ideolojik veya şahsi sebeplerden İsrail’deki hahamların kendilerini evlendirmesini istemeyen çiftler Kıbrıs Rum Kesimi veya başka bir ülkede evlenip, İsrail’de bu evliliklerini tasdik ettiriyorlardı.
Yukarıda anlatılan çiftler kendi tercihleri doğrultusunda başka ülkelerde evleniyorlardı ama onların dışında Musevi şeriatı halakha’ya göre Yahudi sayılmayan eski Sovyetler Birliğinden göç etmiş 300 bin kadar insan mevcuttu. Bu rakam 1989-2000 arası Dönüş Kanunu uyarınca İsrail’e Sovyetler Birliğinden göç etmiş 1 milyon kişi arasında önemli bir miktarı teşkil etmekteydi. Bu kişilerin Yahudi sayılmama sebebi annelerinin Yahudi olmayıp sadece babalarının Yahudi olması olabiliyordu. Hâlbuki Dönüş Kanunu, 1970 senesinde yapılan değişiklik uyarınca, büyükbaba veya babaanneleri Yahudi olanların İsrail’e göç etmesine izin veriyordu. Burada tabi İsrail’de geçmişte de tartışması yapılan “Yahudi kimdir?” sorusu akla geliyordu.
Halakha’ya göre Yahudi sayılmayıp İsrail ordusunda savaşan hatta ölen kişilerin hangi mezarlığa gömüleceği de sorun olmuştu. Yahudi mezarlığına gömülmesi engellenen bu askerler başka mezarlıklara veya mezarlığın kuytu bir köşesine gömülmekteydiler ki İsrail toplumunun önemli bir kısmı bu durumu ayrımcı ve aşağılayıcı olarak tanımlanmaktaydı.
Bu ve buna benzer kısıtlamalara karşı laik kesimden tepkiler gösteriliyordu. Bunlar arasında Şabat günü alışveriş yapmak önemli bir tartışma konusu olmuştu. Bu gün alışveriş yapanların hepsi laik ideolojiyi benimsemiş değildi. Ancak pratik olması sebebiyle ve tüketici kültürünün 1980’ler ve 1990’larda İsrail’e girmesi ile sayıları artan alışveriş merkezleri yüksek kar marjları ve talep yüzünden Şabat günleri kapılarını müşterilerine açmaktaydı.
Buna benzer bir şekilde tüketimi çok yüksek olmasa da beyaz et (basar lavan) olarak bilinen domuz eti süper marketlerde ve lokantalarda bulunabilmekte ve özellikle Tel Aviv ve Akdeniz kıyı şeridinde laik alanlar toplumda artan dindarlık ve dini partilerin varlığına rağmen yaratılabiliyordu. Plajları ve laik yaşam biçimiyle dünya kapitalist sistemine eklemlenen İsrail’de tüketim toplumu ve Batı tipi yaşam biçimi bu tür talepleri artırıyordu. Bunların üstüne eski Sovyetler Birliğinden göç eden Yahudiler de daha çok laik bir yaşamı tercih ediyorlar, Şabat’a riayet ve kaşerut kuralları gibi konularda çok hassasiyet göstermiyorlardı.
Bütün bu anlatıdan İsrail’de laikliğin güçlenmekte olduğu sonucunu çıkaramayız. Yukarıda bahsedilen pratikler çoğunlukla laik ideolojiden çıkmamakta daha çok yaşam stili, rahatlık, pratiklik ve modern yaşamın gerekliliği sebepleriyle açıklanmaktadır. Geleneksel (masorti) olarak tanımlanabilecek birçok kişi ibadetlerine önem vermelerine rağmen mesela Şabat günü alışveriş edebiliyorlar. Rusya göçmenleri de laiklik veya özgürlük mücadelesinden çok kendi alıştıkları tercihler veya pratik sebeplerden dolayı laik alanları genişletebilmekte ancak ideolojik olarak bir mücadelenin içine girmemekteler.
Sonuç olarak günümüzde İsrail toplumunda dindarlık ve geleneksellik, modernleşme ve dünyevileşme süreçleri ile beraber var olabilmektedir. Diğer bir deyişle kapitalist tüketim toplumunun tercihleri yaygınlaşıyor, laik alanlar oluşuyor ancak aynı zamanda toplumda dindar kesimin payı ve etkisi artıyor. Ayrıca laik pratikleri dindar kesimden de uygulayan birçok insanın varlığı, laikleşme veya dünyevileşme olgusunun laik ideolojiyi güçlendirdiği anlamına gelmediğini ortaya koymaktadır.1
(1) Bu konuda daha fazla bilgi almak isteyen okurlar Guy Ben-Porat’ın Between State and Synagogue: The Secularization of Contemporary Israel adlı kitabına başvurabilirler.