"Barış için ulusal marşlar yazılmaz, kızlar önünde barış için soyunmaz, hiçbir zaman görmeyeceğin kentler ve sular ve tepeler ve günbatımları ve fahişeler görmezsin, yabancı bir kentte bilmediğin bir dilde sarhoş olmazsın ve valinin karısını çimdiklemezsin kaybedecek hiçbir şeyin olmadığı için."
“Şimdi, hemen başlayacağım ve sana bu hayalleri neden gördüğümü ve savaşı durdurmanın neden bu kadar zor olduğunu söyleyeceğim. Bu daha çok madeni paranın paslı yüzü, caymanın sundurması ve iyi iş görmez, hiçbir zaman görmedi, çünkü barış için heyecan duymak zordur.
Ya da iman etmek, ya da seksüel yaklaşmak, ya da bayrağın ucuna bağlayıp sallamak, ya da her neyse… Sözcükleri sen döşe; ben yorgunum. Yani, padre, barış pazar çanı kadar yatıştırıcıdır.
Barış için ulusal marşlar yazılmaz, kızlar önünde barış için soyunmaz, hiçbir zaman görmeyeceğin kentler ve sular ve tepeler ve günbatımları ve fahişeler görmezsin, yabancı bir kentte bilmediğin bir dilde sarhoş olmazsın ve valinin karısını çimdiklemezsin kaybedecek hiçbir şeyin olmadığı için.
Savaş sanat bile yaratır… Savaş olmasaydı Hemingway şişman ve osuruklu bir matadorun pembe gözlü şarapçı picadoru olurdu. Savaş ona batı yarıkürenin şaşı yarasalarına bir peri masalı uydurması için altın kapıyı açtı. Barışı pazarlamak, yavrum, zor! Neden, neden, neden, kahretsin, neden?
Kalafatını ayarla, anlatacağım... İnsanlar barışın ne olduğunu bilmiyorlar çünkü insanlar (çoğunluk) sözde barış zamanında bile barışa hiç sahip olmadılar...”
O, bu satırları seneler evvel yazdı... Charles Bukowski’den bahsediyorum.
Son günlerde ateş arasında kalanlar, ateşin düştüğü yerler ve uzaktan izleyenler… Her kimseniz… Bukowski’den devralarak soruyorum. Barış sahiden bildiğimiz bir şey mi?
Mesela Rahibe Terasa, hiçbir savaş karşıtı gösteride bulunmayacağını söylemişti. “Sadece barışın yanında olurum” diyerek... Barışın gerçekten ne olduğunu biliyordu.
Bugün kendimize sorma günü! Gerçekten barışmak nasıl olur? Barış dolu bir dünya nasıl görünür?
Benim dünyamda barışın içi, intikam duygularıyla, “hesap verecekler” söylemleriyle doldurulamaz. Barış yaşatılırsa hesabını verecek olanlar zaten verir. Barışmak, öfkeyi daha fazla beslemez. Çünkü beslendikçe büyüdüğünü, büyüdükçe de böldüğü bilinir.
Barışmak inadına değildir. Rağmenleri yoktur. Öfkeden beslenmez, geçmişi solumaz, ağıtlara takılmaz, geleneksel yöresel değil, evrenseldir! Hükümetleri, diktatörleri arkasında bırakır. Barışacağı meydana onları ve söylemlerini getirmez! Getirmez ki, onlar geride kalsın! Meydanlara kan değil, çiçek yazar. Kan ağıtları değil, sevgi türkülerini yakar! Düşmanlık değil içine sevgiyi koyar. Ne olursan ol, barış için gel der! Davaları birbirine karıştırmaz hatta başka davaları barış meydanlarına taşımaz. Barışlar kandan beslenmez! Öfke kokmaz! Barış sadece barıştır...
Ama barış kurban olmak hiç değildir. Sorumluluk almaktır. Kimsenin başlatmasını beklemeye gerek yoktur. Barış tek başına değildir, herkes seçtiğinde olur. Birileri barış adına bizi kurtarmaz. Barış adına yapılan savaşlar ise tarihten de anlaşıldığı üzere hiçbir işe yaramaz. Barış, eski defterleri deşmez. Ortaya koyduğun iradenin ta kendisidir.
Barışın dili sevgidir. Bunun karşısında duran herkes Ankara’daki ölümlerden öfkesi kadar sorumludur.
Türkiye, kurbanlarına mezar ülke olmayı mı yoksa gerçekten barışmayı mı seçecek? “Bu meydan kanlı meydan” diye tutunduğu eski bir ağıtın, sevgi dili olmaktan çok uzak olduğunu anlayabilecek mi?
Herkesin sadece diliyle terörü lanetlediği ortamlara barış giremiyor. Kelimelerin gücünü unutan toplum, yakasını silkip uyanamıyor. “Aslında bu topraklar çok zor yerler, hep böyle kaynar buralar” diyenlerin, sorumluluk alamayan cesaretsizler olduğu görülemiyor.
Biz hiç barışı seçmedik.
Senelerdir kürsüden “Sen kimsin, onlar kim! Biz kimiz” diye öfke soluyan dilleri nefretle besledik. Barış kelimesini, lanetin sonuna ya da önüne ekledik. Oysa barış tek başına bir kelimeydi ama kendi dünyasında çok insan barındırdığını da unuttuk.
Barışa gönlünüz var mı sahiden?
***
Türkiye televizyonlarının tek hiciv ustası olduğuna inandığım ve politik mizahı, şahane bir zekâyla işleyen Levent Kırca aramızdan ayrıldı. Mizahçı çok buluruz belki ama hiciv ustasının mizah yapanını biraz zor buluruz. Bu vesileyle yeri doldurulamaz kaybın büyüklüğünü hatırlayarak, toprağın bol olsun usta.