Ortaköy’de ‘vaporetto’

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
21 Ekim 2015 Çarşamba

Hafta içi en çok hayalini kurduğum olay pazar günü Büyükada’ya gitmekti. Artık profesyonel iş hayatında olmamama rağmen sosyal etkinlikler, konferanslar, hastane ziyaretleri, iki sohbet arası kahve molası vs derken eve yorgunluktan bitap bir halde dönüyorum. Çalıştığım zamanlar herhalde daha programlıydım; bu kadar sürünmezdim. Tabii arada bir de ‘yaş’ faktörü var.

‘Her yaşın ayrı bir güzelliği var’ sözüne şahsen katılamıyorum. İyi ki üzerinde çok sık düşündüğüm bir cümle değil. Ama potansiyelimin çoğunu geride bıraktığımı hissettiğim zamanlar daha çok görmek, daha çok öğrenmek, daha çok açık havaya çıkıp temiz havayı içime çekmek istiyorum. Doğrusu şu ki bol oksijenli bir ortamda kendimi mutlu hissediyorum. Nitekim yaz mevsimi boyunca depoladığım ‘seratonin’ beni kasım ayına kadar idare ederdi. Bu sene akü çabuk boşaldı. Artık ortamdan mıdır, gri bulutların tepemizde dolaşmasından mıdır, bilemiyorum.

***

Gelelim pazar sabahına. Umulmadık bir şekilde geç uyandım. Ada programına pek hevesli olmayan eşim de beni kaldırmaya bir türlü kıyamadı. Perdeyi araladığımızda hava kapalıydı. ‘Ada yattı’ diye içimden geçirdim. Oysaki bu aylarda hep aynıdır. Saat on bire kadar kapalı olan hava, birdenbire günlük güneşlik olur. Tembelliğimden kaynaklanan somurtma haliyle kahvaltıya oturdum. Günün en kıymetli öğünüdür, hele hafta sonlarında.

Neyse ki arkadaşlarla Ortaköy’e gitmeye karar verdik. Yakın zamana kadar çay, kahve servisi veren belediye kahveleri artık yerli müşteriden pek haz etmiyor. Komşu memleketlerden gelen turistler bağdaş kurarak nargilelerini tüttürüyorlar. ‘In’ cafelerdeki müzik ise sabah sabah hiç çekilmiyor. Sahile yanaşan ‘vaporetto’lara binenler bir başka senaryo. Ortaköy de değişim rüzgârlarından nasibini almış. Yolcu yolunda gerek diyerek aynı hızla bir dönüş yapıp az ileride denizin üstünde konuşlanmış hayli geniş terası olan bir mekanda oturduk. Uzun tahta masalara yerleştirilmiş küçük vazolar, kolalı beyaz peçeteler, kenarlarda beyaz, pembe, turuncu sardunyalar…

Güneş pırıl pırıl parlıyor. Koca terasta üç masayız. Garson siparişlerimizi aldı. Az sonra geri geldi, ‘Affedersiniz arka masada oturan bayanı gördünüz mü?’ diye sordu. ‘Çıktığını gördük, hayrola?’ dedik. ‘Hesabı ödemeden gitti’. Biz de iyi niyetimizle ‘dalgınlıktandır döner birazdan’ dedik. ‘Beyefendi hiç zannetmem, öyle olsa on dakikada geri dönerdi’. Kadın gelmedi tabii. Biz ağzımız açık öylece bakarken garson sıkıntıyla, ‘Kusura bakmayın, rahatsız ettim. Ödenmeyen hesaplar bizden kesiliyor’ dedi. Nasıl bir dünya oldu bu ya? Bulutlandı yine ortalık.