Geçtiğimiz hafta sonu uzun zamandır yaklaşan, pusuya yatmış kırk yaşına ben de arkadaşlarım gibi yakalandım. Kırk yaşıma giriş çok keyifli; güzellik ve aşkın tanrıçası Venüs’ün çocukları Terazi burcu kadını olarak, doğum günümü sevdiklerimle kırk gün kırk gece olmasa da, birçok kere kutlamak çok hoşuma gitti. Artık “40-45” kutucuğundayım, ancak kutucuk değiştirme işini sevdiklerim çok kolay ve zevkli bir hale getirdiler. Ben de kırkı, otuzu karşıladığımdan daha açık kollarla karşıladım; ailem, arkadaşlarım, topuklu ayakkabılarım, fönlü saçlarım, iki katlı pastam, müzik ve gülümseme ile…
***
Kırk yaşına girmiş birinin kendisinden bahsederken ‘sandviç yılları’ terimini kullandığını okumuştum. O gün bu terim çok hoşuma gitmişti ve aklımda kaldı. Kırklar, iki nesil arasına sıkışmış bir on yıl. On yıl önce, tam otuz yaşında iken, Şalom Gazetesi’nde ‘30 olmak’ başlıklı bir yazım yayınlanmıştı. Çok severek yazmıştım. “Yıllar ne kadar hızlı geçiyor…” diye devam etmeyeceğim, matematik belli. Hem aynı gazetede on yıl sonra yazabilmek, hem de beni on yıldır okuyan okuyucularım olduğunu düşünmek beni mutlu çok etti.
Tipik bir kişisel gelişim kitapları hayranı gibi gözükme riskini alarak, kırk yaşıma ‘farkındalığı daha yüksek’ olarak girdiğimi düşünüyorum. Otuz yaşında olduğumdan daha akıllı mıyım? Burada mütevazı davranarak kararı başkalarına bırakıyorum. Ancak, otuz yaşında olduğumdan daha bilgeyim. Seyahat etmeyi çok seven biri olarak, merak ettiğim ülkelerden bazılarını gezebilme, tavsiyeler üzerine belki kendimden okumayacağım değişik kitaplar okuyabilme, bilmediğim bir lisan öğrenme gibi kendimi geliştirme şansı veren tecrübelerim oldu. Ancak farkındalığımı arttıran, beni otuzlardan daha bilge yapan tecrübeler farklı idi.
Kırk yaşında birlikte büyüdüğüm en sevdiğim insanların farklı ülkelerde yaşayabileceklerini, gerçek dostlukları mesafelerin bile tüketemeyeceğini biliyorum.
Kırk yaşında sadece yaşlı insanların değil, hiçbir hastalığı olmayan genç bir insanın da aniden ölebileceğini, arkadaşlarımızla ufak tefek konularda bozuşmamak gerektiğini, aslında her anımızın kıymetli olduğunu biliyorum. Genç bir insanı toprağa vermenin acısını biliyorum.
Kırk yaşında biraz daha bencil olmanın (abartmamak kaydı ile) ve beni aşağıya çeken, kangrenli arkadaşlıkları da kötü bir sevgiliyi terk eder gibi kesmenin, çocukluk, okul, gençlik arkadaşı da olsa kimsenin beni suiistimal etmesine izin vermemem gerektiğini biliyorum.
Kırk yaşında daha az önyargılı olmam gerektiğini, spektrumun öbür ucundaki insanların bile hayatıma renk ve neşe katabileceğini biliyorum. Muhteşem üçlü haricindeki (onlar kim olduklarını bilirler) hayattaki en sevdiğim arkadaşlarımı otuz beşimden sonra evrenin bana yolladığını düşünüyorum.
Kırk yaşında insanların hakkımda konuşmalarını gençliğimdeki kadar umursamıyorum. Arkamdan konuştuklarına göre, önlerinden yürüdüğümü düşünüyorum. İnsanların düşüncelerinin doğrular değil, sadece onların fikirleri olduğunu biliyorum.
Kırk yaşımda benim için en mutlu yılların yeni başladığını biliyorum.
Kırk yaşımı seviyorum, başladığı gibi keyifli gideceğine inanıyorum. Sağlıklı olursam, Allah kısmet ederse bir on yıl sonra da ‘50 olmak’ yazımla karşınızda olacağım.