Ülkenin durumu ne sporu tartışmaya ne de onun hakkında üç-beş kelam etmeye mecal bırakmıyor. Her gün harcadığımız rutin enerjimize bir de ülkenin ahval ve şeraiti eklenince ne hâl ne de derman kalıyor. Tebessüm etmek için bile insanı yoran, can sıkıcı bir gündem söz konusu yaşadığımız topraklarda... Ülkenin başkentinde güpegündüz insanlar katledilirken, yitip giden onca canın yanı sıra, geleceğe dair hayaller ve umutlar da yok oluyor... Çok acı ama gidenler geri gelmiyor...
Sporu, futbolu çok kez tartıştık şu sayfalarda... İzin verin bu kez farklı sularda yüzeyim... Birçoğumuz hayatının en güzel zamanını çocukluk dönemi olarak hatırlar... İlk gençlik dönemi de buna dahildir elbette. Ve ailemle, arkadaşlarımla, yaşadıklarımla birlikte beni mutlu kılan bir şey vardıysa o dönemde; o da 'Olacak O Kadar' programıydı. Bilen bilir gerçi ama yeni nesle de aktarmak lazım; siyasilerin kıyasıya eleştirildiği, koca koca generallerin alaya alındığı, Türk insanının hâl ve davranışlarının ustalıkla hicvedildiği dönemin kısıtlı imkânları çerçevesinde olağanüstü bir televizyon programıydı. Levent Kırca başta olmak üzere Oya Başar ve ekibi, her skecinde Türkiye gerçeklerini muhteşem bir dille yüzümüze vurur, mevcut dönem koşulları çerçevesinde siyasi eleştiriler getirirdi. En ufak eleştiriye tahammül edemeyen şimdiki politikacıların aksine o dönemki siyasiler, Levent Kırca ve skeçlerine güler geçer, varsa kendi adlarına alınacak ders; onları bir kenara not ederdi. Unutulmaz tiplemeleri de vardı Olacak O Kadar'ın... Bestami'den, Küçük Hüsamettin'e, muhabir Hamit El Sabah'tan, sarhoş karakterine... Çalışmaya başladığı Associated Press haber ajansını düzgün bir şekilde dile getiremediği için işinden olan memurdan, sular kesildiği için başında şampuanla banyoda kalan vatandaşa, kafasına düşen tabelayla eve gelen aile babasına dek unutulmaz tiplemeler... Hepsi daha dün gibi aklımda. Grup Gündoğarken sağ olsun, jenerik şarkısının da her satırı ezberimde...
Ülke gerçeklerini 'gerçek dünya' ile henüz tanışmamış saf zihnimize nakşeden bir isimdi Levent Kırca. Ne yazık ki pazar gecesi aramızdan ayrıldı. Çocukluğumun ve çocukluğunuzun, gençliğimin ve gençliğinizin unutulmaz isimlerini uğurluyoruz sonsuzluğa, birer birer eksilerek... Vücutların, umutların, hayallerin ve toprakların parçalandığı bir ülkede, bu yazının son paragrafı Levent Kırca'ya ait olsun... Uğurlar olsun...
"İki kardeş bir çorap yüzünden kavga edebilirler. Ama komşunun çocuğu sorun çıkardığında iki kardeş birlik olur. Ev sahibi ile kiracı arasında problem olduğunda, bina yıkılacaksa birlik olurlar. O öbürünün tepesinden halı sarkıttığında kavga eden komşular, mahalle maçlarında birlik olur. Hacısı, ateisti takımı gol attığında sarılır, ağlarlar. Düşman ülke sana savaş açtığında ülke birlik olur. Toprağım dediğin adamın her işine koşarsın. Memlekette yüzünü bile görmek istemediğin, başka şehirde canın, memleketlin olur. Toprak aynı toprak, biraz tozlu, biraz killi. Su aynı su, biraz berrak, biraz kireçli. İnsan olarak birbirimizi sahiplenmek, birleşebilmek için uzaylıların dünyayı istila etmesi mi gerekir? Güzellikler paylaştıkça değerlenir, kötülükler çoğaldıkça kanıksanır. Woody Allen gibi siz de bir yönetmensiniz. Ailenizi yöneten, işinizi yöneten. Etrafınızı yöneten. Birlik verip bu senaryoyu değiştirin ki, filminiz de iyi olsun. Dik durun... Adil olun, sabırlı olun, enerjinizin sirayet etmesine müsaade edin. Daha iyi bir dünyada görüşmek ümidiyle. Atatürk ile kalın, Cumhuriyetle kalın, hoşça kalın!.."