Kuşlar kurulmuştu içine, yıllar evvel bu mekâna ilk geldiğimde. Soğuk bir ocak günü idi. Ocak 1990. Günün soğuğu, ruhumuza da işliyordu adeta. Yok olan bir kültür mirasının son izleri gibiydi. Yüreklerimiz donmuştu bedenlerimiz gibi. Yerler; yıkılmış, parçalanmış ahşap oturma sıraları; kimi evraklardan kopup gelmiş üzeri yazılı kağıt parçaları, mektuplar, hesaplar, makbuz parçaları; belki Alliance İsraelite Universelle Okulları zamanından kalma kitaplar; toz, toprak; yıkılmak üzere olan çatıdan düşen parçalarla kaplı idi. Zarif Ehal ha Kodeş’in mermer sütunları ve ahşap kapısı sapasağlam duruyordu hâlâ. Ön kapının anahtarı bulunamadığı için, hırsız misali pencereden girmiştik. Çalı çırpıyı kopararak, pencerelere tırmanmış sonra içeri atlamıştık.
Daha sonra çatının tamamen çöktüğünü ve yıkımın daha da derinleştiğini duyacaktık. Ancak o gün bizim gözümüze, öylesine ölü, öylesine kayıp görünmüştü Eski Edirne Sinagogu. Kuşlar bile çekiniyordu yaşam melodilerini mırıldanmaya. Kaderine terk edilmiş, terk edilmek zorunda kalınmış harabe binanın içinde, yabancıladıkları biz birkaç ziyaretçiden rahatsız olup havalanıp yer değiştirebilecek bir enerjiye ancak sahiplerdi.
Kim derdi ki yıllar sonra aynı mekânda kuşların kanat çırpışları yerine Allah’a yakarışlarımız yeniden aksedecek bu duvarlar arasında! Kim derdi ki Ekim güneşi eşlik edecekti dualarımızla ısınan yüreklerimize! Artık kalmayan bir cemaate rağmen kültür mirasımızı yaşatma şansı verilen, Türkiye’nin hatta tüm Balkanların bu en büyük, ihtişamlı sinagogu devredildiği Bölge Vakıflar Müdürlüğünün çalışmaları ile restore edilerek tüm güzelliği ve ihtişamı ile yeniden ısıtacaktı içimizi. Müze ve Kültür Merkezi olarak yeniden bir hayat kazanan Edirne Sinagogu’nu ne geçen mart ayındaki açılışında ne de sonrasında ziyaret edebilmiştim. Kısmet Avrupa Kültürü Yahudi Günü dahilinde düzenlenen 18 Ekim gününe imiş. Gün boyunca kalabalık bir güruh olarak Edirne’nin önemli tarihsel, kültürel mekânlarını gezdik, nehir kıyısında kahvelerimizi içtik. Yok olmuş, neredeyse hiç izi kalmamış mezarlık arazisinde nasıl olmuşsa da kalmış birkaç elin parmaklarını aşmayacak mezar taşının arasında geçmişi yad ettik. Orada hâlâ kalmış atalarımız anısına duamızı okuduk. Eski sinagogun etrafında 1900’lü yılların başında 17 binlere ulaşan Musevi Cemaatinin yerleşik olduğu mahallelerde onların izlerini aradık. Şurada yıkılmaya yüz tutmuş bir ev, yanı başında çok benzer mimari özelliklere sahip, ancak yeni restore edilmiş bir başka evin üzerindeki inşa yılı göz kırptı bize “5672”. Yahudi takvimine göre şimdi 5776 yılında olduğumuza göre tam 104 yıllık bir ev. Burada, bir çocuk parkı ve çay bahçesine açılan eskimiş, bakımsız bir demir kapı hatırlattı, birlikte gezdiğimiz 82 yaşındaki eski Edirneli Muhittin Amca’nın sözlerinde kendini “eskiden Yahudi sinemasının bahçesiydi burası”. “Girişine yedi basamakla çıkılacak şekilde inşa edilirdi burada Yahudi evleri” diye bir bilgi verdi Muhittin Amca, birlikte arşınlarken sokakları. Doğru yanlış bilmeden, her ev girişinde kendimizi basamakları sayar bulduk.
Duyguların tavan yaptığı an, sinagogda akşam duasının okunduğu andı elbette. Nefeslerin tutulduğu, gözlerden birkaç damla yaşın süzüldüğü o an! Hüznün, sevince, sevincin heyecana karıştığı o an! Geçmişin haşmetinin, bir dönemin yok olmuşluğunun ve her şeye rağmen bir şekilde yeniden hayat bulmanın yürek yaşları idi aslında o süzülenler...
Bu geziye çıkmadan önce Peter Eisenman isimli bir mimarın “Geçmişe, şimdiyi değiştireceği için inanıyorum” dediğini okumuştum. Bugün ise Edirne’de belki de geçmişin şimdiyi nasıl değiştirdiğini gözlemledik. Yüzlerce yıl varlığı ve kültürü ile kendinden söz ettirmiş bir Yahudi cemaati yok belki artık Edirne’de. Dönemin padişahının emriyle etrafında daha yüksek binalar yapılması yasak olduğu için tüm haşmetiyle gözlere, yüreklere hükmeden sinagog; etrafındaki dönem evlerinin yıkılıp, yerine çirkin ve ucuz apartmanların dikilmesinin sonucu belki eski haşmeti ile ben buradayım demiyor artık. Daha bir mağrur, daha bir köşesine çekilmiş ancak yine de bir aslan edasında. Bu güneşli Ekim gününde Focus Group fotoğrafçılarının hazırladığı ‘Kültürlerin Buluştuğu Şehir: Edirne’ sergisi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu tarafından verilen ‘Türki Musikisinde Yahudi Bestekâr Eserleri’ konseri ile canlandı, şaha kalktı belki. Ama bunun dışında da, gerek varlığı, gerekse gerçekleştirilen çeşitli etkinliklerle hafta sonları yerli/yabancı 800-1000 arası turistin gezdiği, haftalık ziyaretlerin 1500’lere ulaştığı geçmişi bugüne, bugünü de geçmişe taşıyan bir aslan artık o. Kültür varlıklarımızın, hak ettikleri şekilde korunduklarında, toplumsal yaşama ve ekonomiye katkı sağlayabileceklerini ve dahil olabileceklerini de su götürmez bir şekilde bizlere hatırlatan bir aslan.